Gazeteci Güneri Cıvaoğlu anlatmış ve yazmıştı: 1991 yılı birinci Körfez Savaşı sırasında Suudi Arabistan’daydım. Bizim büyükelçi, ABD elçisine rica etti. ABD kuvvetlerinin komutanlığından “Bilgilendirme” randevusu aldı. Amerikalılar büyük
bir oteli “komuta merkezine” dönüştürmüşlerdi. Beni ABD’li bir Yarbay, Brifing odasına götürdü. Daha önce Ankara’da görev yaptığı için akıcı ve düzgün Türkçe konuşuyordu. Saddam’a karşı yapılmakta olan hava harekâtını, başlayacak kara savaşını anlattı. Sonra. Mealen şu garip lafları etti.
“Biz savaştan sonra buralardan çekileceğiz. Geride bıraktığımız silahlar özellikle Kuzey’de Kürtler tarafından ele geçirilecek. Silahlanan Kürtler Türkiye’den toprak isteyecek. Ya istedikleri toprakları vereceksiniz, ya da savaşacaksınız”
Duyduklarıma inanamıyordum. Türkiye ile ABD müttefiktir “Türkiye sınırlarına tecavüz, NATO’ya saldırı sayılır. Bu dedikleriniz anlaşılır gibi değil” gibi itirazlarım oldu. ABD’li Yarbay oralı olmadı. “Biz gideceğiz, ben bölgede olacakları söyledim” gibi cevaplar verdi.
Yıl 2015 Selahattin Demirtaş Beyoğlu'nda bir otelde Süryani, Rum, Ermeni ve Yahudi toplumunun temsilcileriyle kahvaltılı toplantıda, dönemin başbakanı Davutoğlu’nun "PYD Fırat'ın batısına geçmeyecek. Geçtiği anda vururuz dedik. 2 kere de vurduk" sözüne karşılık Demirtaş: "YPG Fırat'ı geçecek, sen de mal mal bakacaksın" deme cesaretini hangi güçlerden alıyordu? Dersiniz!
Avrupa’nın ve Obez oğlu ABD’nin dostluğu müttefikliği nedir sorusuna cevap arayalım mı? Bu cevabı Mehmet Akif Ersoy vermiş. Mithat Cemal Kuntay naklediyor.
Umumi Harpte (birinci dünya savaşında) Viyana'da idim; (Akif Teşkilatı mahsusa/Gizli servis görevlisi olarak gitmiştir) bir gece Viyana kiliselerinin çanları çalmaya başladı; otelin penceresinden baktım; caddede her elde bir mum, herkes haykırıyordu. Kendi kendime: Müttefikimiz Viyanalılar galiba cephede bir muzafferiyet kazandılar dedim. Sokağa fırladım. Bir dükkâncıya:
“Bir zafer haberi mi var” dedim.
Adam: “Zafer de söz mü? İngilizler Müslümanlardan (Osmanlı’dan) Kudüs'ü aldılar: İngiliz ordusu Allenby'nin kumandasında Kudüs'e girdi. Mukaddes şehir “ay”dan (Hilalden) kurtuldu, “haç”a kavuştu” dedi.
Biz o haçlı Almanya’nın Avusturya’nın yüzünden harbe girdik, İngiliz’e karşı savaş verdik ve koca imparatorluk elimizden gitti. Onların neye sevindiğini de gördünüz. Böyle bir tecrübeye rağmen yıllarca bu haydutlara “dost ve müttefik” dedik durduk.
Osmanlı’nın yıkılışı süreci dâhil; bu coğrafyada yaşanan bütün olaylar önceden yapılan “uzun vadeli planlar” sonucudur. Hiç biri tesadüf eseri değildir.
Dün ve bugün Suriye’de önlemeye çalıştığımız hamle nedir? ABD Ulusal Güvenlik yetkilisinin ifadelerine göre Türkiye'nin güney sınırına paralel "İkinci İsrail Devleti" kurma hedefidir. İsrail bu coğrafyada her zaman bir “sopa” gibi durmuştur. Sadece Filistin değil; bölge ülkelerine hep bu sopa gösterilmiştir. Bölge ülkeleri sopa ile kavga edeceğine; sopayı tutan elle kavga etselerdi, işin başında ellerindeki imkânları, petrolü İsrail ve hamilerine karşı kullansalardı bu gün bu sıkıntılar yaşanmazdı.
ABD başkanlarından Trump Suudi Arabistan’da bir kılıç dansı yaptı 380 milyar dolarlık silah sattı. İngiliz başbakanlarından Margaret Thatcher tesettüre girip gelmiş, o da söğüşleyip gitmişti. Öte yandan yıllardır Filistin, Kudüs işgal altında Mescidi Aksa kan ağlıyor. Sadece Filistin’mi? Halkı Müslüman olan komşu ülkelerin tamamı zihnen işgal altındadır. Netanyahu iblisi: İktidarlarınızı korumak istiyorsanız sessiz kalın dedi. Hiç birinin gıkı çıkmadı. İşin doğrusu Netanyahu ve İsrail bir hiçtir. Sadece ABD ve batı dünyasının tetikçiliğini yapıyor.
Mahir Kaynak'ın o meşhur tespitini hatırlatmakta yarar var. "Diyorlar ki terör örgütleri yeni bir devlet kurma derdinde, Hayır efendim yanlış! Hiçbir örgüt devlet kuramaz tüm örgütler büyük İsrail devleti kurulsun diye kurulmuştur.”
İsim olarak karşımıza YPG PYD PKK vb. olarak çıkan yapı, esasında tamamen ikinci İsrail’dir. 1991 yılında ABD’li yarbayın “toprak talebi” diye özetlediği “Türkiye’nin bölünmesi” projesidir. Türkiye 1984 yılından bu yana tam 40 yıldır PKK terörü ile boğuşuyor. Ne zaman çözüm odaklı siyasi bir hamle yapılsa; kontrol dışı olaylarla karşılaşıyoruz. Yukarıdaki plan sahipleri NATO sayesinde içimizdeki gizli yapılanmaları, kayıt dışı oluşumları da devreye sokarak her zaman önleme yapmışlardır.
Gazeteci Uğur Mumcu PKK terör örgütü ile ilgili ulaştığı ilişkiler ağı için Turgut Özal’ı arar, Özal dinledikten sonra; Eşref Bitlis’le görüşüp gelmelerini söyler, kendisi de çok güvendiği Adanan Kahveci ’ye bu durumu anlatır.
Bu sırrı bilen dört kişiden
Uğur Mumcu 24 Ocak 1993
Adnan Kahveci 5 Şubat 1993
Eşref Bitlis 17 Şubat 1993
Turgut Özal 17 Nisan 1993 tarihinde olmak üzere iki buçuk aylık kısa bir süre içinde arka arkaya çeşitli suikast yöntemleriyle öldürüldüler. Olayın boyutu ve hasımlarımızın acımasızlığını göstermek için bu örneği verdim. Önlemeye çalıştığımız plan budur!
Laboratuvar ürünü Daeş diye bir terör örgütü ürettiler (ürettiler diyorum çünkü; Donald Trump Daeş’i Obama kurdu dedi) Daeş’le mücadele görüntüsü altında diğer terör örgütlerine (PYD, YPG, PKK) legalite sağladılar ve ağır silahlarla donattılar. Sorduğumuzda ise; batılı dönekliği, batılı yalancılığıyla, batılı yüzsüzlüğüyle oyalamaya gittiler. Onlar Daeş’e karşı savaşan bizim kara kuvvetlerimiz dediler.
Dediler amma birde ne görelim Fransız çimento devi Lafarge adlı şirketin Suriye'de Daeş'i fonluymuş. "insanlığa karşı işlenen suçlara ortak olmak" suçlaması ile mahkemeye düşmüştü. Bu devletler NATO’da bizim müttefikimiz öyle mi?
Uluslar arası arenada haklı olmak yetmiyor! Güçlü olmak şarttır. 1980’li yıllarda
“ilim ve Sanat” dergisinde bir diplomatımızın görüşlerini okumuştum; “Uluslar arası hukuk nedir? Ne değildir?” konusunu anlatırken mealen: “haklı olabilirsin ama haklılığını gücün varsa uygulatabilirsin” diyordu. BM’den sayısız karar çıkmasına rağmen İsrail bildiğini okumuştur. 1941 ya da 1969 yılları BM haritalarına bakın, bir de bugünkü fiili duruma bakın; neredeyse Filistin diye bir devlet kalmamış tamamı İsrail işgalindedir. Bugün ise Suriye’nin başkenti Şam’a yürüme mesafesinde kadar geldiler. Gelene İsrail diye bakmayın. Gelen “ehlisalip” Haçlı batılılardır.
Yazar Alev Alatlı anlatmıştı:
Filistinli kadın diyor ki; “Ben 6 çocuk doğurmakla yükümlüyüm”
İkisi eve ekmek getirecek,
İkisini de okutmak lazım ki işe yarasınlar
İkisini de İsrail öldürecek,
Kadın bunu bütün samimiyetiyle inanarak ve hayatın gerçeği olarak söylüyor.
Ezcümle hem akılcı siyaset hem de bilek gücü gerek. Bugün savunma sanayimize dudak büken zihnen malul muhalif kafalar; Türkiye hâlâ İsrail’den Heron dilenseydi güneyimizde o kukla devlet kurulmuştu.
Dünya kırılmaların yaşandığı bir takvim aralığındadır. Bu süreçte yürütülecek diplomasi, ip üstünde cambazlık gibidir. Bir an bile gözümüzü kapatamayız. Her an tetikte olup devlet aklıyla hareket etmek mecburiyeti vardır.
Vatan toprağı sınırların dışından korunur, bu sebeple Suriye’de işimiz var, milli menfaatlerimiz için Libya’da Irakta, Katar’da Azerbaycan’da Afrika kıtasının ortalarına kadar gittik. Gitmeliyiz. Kısaca gücümüzü geri kazandığımız nispette, tarihte ayak izimizi bıraktığımız coğrafyalarda varlık göstermemiz bir mecburiyettir.