TEK KİŞİLİK YORGAN
Bu hafta yine sizlerle paylaşmak istediğim güzel bir anım var.
Umarım keyifle okursunuz.
2000’li yılların başıydı.
Bir arkadaşıma Keçiören’deki yeni iş yerine "hayırlı olsun" ziyaretine gittim. Uzun bir sohbetten sonra;
— “Erkan, Atatürk Çocuk Yuvası buraya çok yakındı diye hatırlıyorum. Yıllar önce lisedeki arkadaşlarla gitmiştim.“ dedim.
— “Evet Tansel bey, buraya yüz-iki yüz metre mesafede.” dedi.
Nedense o anda 1982 yılında henüz lise öğrencisiyken, çocuk yuvasına sınıfça yapmış olduğumuz ziyaret gelmişti aklıma..
Yuvada bulunan o çocukların bize nasıl sarıldıklarını hatırladım.
Unutamadığım bir şey de; yanımızda götürdüğümüz poşetler dolusu oyuncaklarla pek ilgilenmemişlerdi.
Onların istediği birilerine sarılmak, başlarının da biraz okşanmasıydı.
Henüz lise öğrencisiyken bunu hissetmiştim.
Demek ki çok etkilenmiş olmalıyım ki, hafızamdan silinmemişti.
Arkadaşımın iş yerinden ayrılır ayrılmaz kendimi o yuvada buldum.
Yuvanın müdürü ile tanıştım.
Odasındaki sohbete müdür yardımcısı ve rehberlik öğretmeni de katıldı. Çocukların bazı ihtiyaçları olduğundan söz ettiler.
Kendilerine elimden geldiğince yardımcı olmak istediğimi söyleyip oradan ayrıldım.
Zaman içerisinde çocuk yuvasının ihtiyaçları ile ilgili telefonda sıkça görüşür olduk. İhtiyaçları çevremdeki arkadaşlar ve dostlarla birlikte elimizden geldiğince karşılamaya çalışıyorduk. Bu da bizi çok mutlu ediyordu.
İşim oldukça kolaydı.
Konu çocuklar olunca, herkes bir şeyler yapabilmek için adeta seferber oluyordu.
Bir gün arkadaşımın daveti üzerine Yenikent’deki fabrikasına gitmiştim. Üretimi ile ilgili benden yardım istemişti. Fabrikayı dolaşırken depo alanında kapitonesi yapılmış yorganlık koca bir balya kumaş gördüm.
—Nihat bu kumaşı neden üretime almadın? diye sordum.
—Abi artık yorgan üretimi yapmak istemiyorum. Makineleri de elden çıkardım. deyince, kumaşı alıp alamayacağımı sordum.
—Elbette alabilirsin.Yalnız nasıl götüreceksin? Arabana sığmaz, bir de bunu yorgan yapacak yer lazım. Tanıdığın bir firma var mı? Yoksa benim tanıdığım firmalar var, dedi.
—Sen kumaşı ver, gerisini ben hallederim. Sağ ol, dedim.
Artık bir araca, bir de yorgan imalatı yapan firmaya ihtiyacım vardı.
Sitelerde yorgan üreticisi olan bir arkadaşımı aradım. Firma sahibi Zafer ile görüşmemizde; tek kişilik yorganlar yapılacağını, sonrasında da çocuk yuvasına teslim edeceğimi söyleyince,
“Tansel kumaşı hemen gönderebilirsen yorganları iki güne hazır ederim.” dedi.
Ostim'de iş yeri olan Murat arkadaşımın kapalı kasa kamyoneti vardı. O da kumaşı alıp aynı gün firmaya ulaştırıldı. Normalde bir kaç gün sürecek bu iş, duyarlı insanların desteğiyle aynı gün içinde hallolmuştu.
Söz verdiği gibi Zafer, iki gün sonra akşamüstü beni aradı.
—Tansel yorganlar hazır, gelip alabilirsin. Ancak senin arabaya zor sığacak gibi.
—Ben ne yapar eder götürürüm, merak etme. diyerek Siteler'e doğru yola çıktım.
Vardığımda; yorganlar binanın girişine çıkartılmış, güzelce şeffaf çantalara konmuş, neredeyse tezgahlarda yerini alacak ürünler haline getirilmişti.
Sağ olsun.
Birlikte arabaya yerleştirmeye çalıştık. Bagaj, arka koltuk, ön koltuk dahil her yer doldu. Sağ dikiz aynasını dahi göremiyordum. Hepsini arabaya yerleştirdikten sonra;
—Zafer, kaç tane yorgan çıktı?
—Bilmiyorum, kumaş ne kadar çıktıysa hepsini yorgan yaptık, saymadım. dedi.
Bir an önce yerine ulaştırmaktan başka bir şey düşünmediğim için ben de saymayı akıl edememiştim. Kendisine teşekkür ederek çocuk yuvasının yolunu tuttum.
Mesainin bitmesine az bir zaman kalmıştı.
Yoldayken müdür beyi aradım. Çocuklar için bir şeyler getirdiğimi, ayrılmamalarını rica ettim.
Yuvaya vardığımda girişteki güvenlik görevlisi geç diye işaret etti. Belli ki geleceğimden haberi vardı.
Güvenlik kulübesinden dar bir yol, büyük bir alana çıkıyordu. Alanın başında idari binanın sağında da otopark bulunuyordu. Arabayı park edip binaya doğru yürümeye başladım. Merdivenlerin başında müdür, müdür yardımcısı, rehber öğretmen beni bekliyordu.
Selamlaşma, hal hatırdan sonra müdür beye;
—Çocuklar için yorgan getirdim, nereye bırakmamı isterseniz? deyince üçü birden birbirine baktı. Oldukça şaşırmış gibiydiler.
—Tansel bey, sizi kim aradı, kim söyledi yorgan ihtiyacımız olduğunu?
—Beni kimse aramadı, ihtiyaç olabilir diye düşündüm. Bir kaç arkadaşımın yardımıyla yorganları ürettirip getirdim.
—Sizi arayıp söylemek istedik ancak ayıp olur diye arayamadık. Çünkü bir değil iki değil, fazla yorgana ihtiyacımız var.
Geçen hafta yuvaya bir grup çocuk geldi. Malum artık akşamları hava soğuk oluyor. İnce battaniyelerle idare etmeye çalıştık. İhtiyacımızı belirttik fakat ne zaman gelir bilmiyoruz. O kadar makbule geçti ki anlatamam.
Müdür bey biraz nefeslendikten sonra;
—Peki, kaç tane yorgan getirdiniz?
—Bilmiyorum, bir balya kumaş vardı tamamını yorgan yaptırdık. Sizin kaç tane yorgana ihtiyacınız var? diye sorunca,
Müdür yardımcısı söze girdi;
—Tansel bey, üç ile beş yaş grubu yeni gelen çocuklarımız için toplam on üç adet yorgana ihtiyacımız var.
—Ee ne duruyoruz, araba otoparkta dedim ve birlikte otoparka doğru yürümedik, adeta koştuk.
İçimden dua ediyordum.
“Allah’ım ne olur eksik çıkmasın” diye.
Gerçi çıksa bile tamamlamayı aklıma koymuştum. Bu akşam kesinlikle on üç yavru yorgansız uyumayacaktı.
Yorganları hızlı hızlı saymaya başladık.
Bir, iki, üç, dört,……........................on, on bir, on iki, on üç!
ON ÜÇ!
Ne eksik ne fazla, tam tamına on üç yorgan!
Bundan sonra hiç kimsenin sesi çıkmadı.
Birlikte yorganları çocukların yatakhanesine taşırken göz göze gelmemeye çalışıyorduk.
Ama kadın olan müdür yardımcısı ve rehberlik öğretmeni gözlerinden gelen yaşlara engel olmaya çalışsalar da başaramadılar.
Yatakların üzerine yorganları düzgünce sererken sicim gibi yaşlar boşalıyordu ikisinin de gözlerinden.
Bu durumdan bir insanın duygulanmaması mümkün değildi.
İşimiz bitince müdür bey;
—Bir kahve içelim mi? “ diye sorunca,
— Çok teşekkür ederim, benim gitmem lazım. diyerek teklifi geri çevirmek zorunda kaldım.
İyi ki ısrar etmedi.
Hemen uzaklaşarak, arabaya zor attım kendimi.
Bir süre hareketsizce arabada oturdum ve olanları düşündüm.
Bu kadar tesadüf olabilir miydi?
Nihat’ın fabrikasına gideceğim, orada bu atıl kumaşı göreceğim, Murat, kumaşı yorgan yapılması için Zafer’e ulaştıracak, yorganları teslim etmeye gittiğimde ihtiyaçlarının “yorgan” olduğunu öğreneceğim ve sayı da tam tutacak!
Yok canım, bu kadar da olur mu?
Evet, aynen böyle oldu.
Bazen rastlantılardan kaçamazsınız...
Aslında olan şuydu:
O, on üç melek yavrunun ihtiyacını arkadaşlarımla birlikte hiç haberimiz olmadan yerine getirmiştik.
Hepsi bu.
O akşam eve geç gittim.
Ağlamaktan gözlerim şişmişti.
Çocuklarımın beni öyle görmelerini istemedim.
Onlar uyuduktan sonra girdim eve.
Yüreğimde bir türlü dinmek bilmeyen fırtınayla ama belli etmeden, öylece sessiz ve sedasız…
Şair Gülten Alp bir şiirinde ne güzel söylemiş;
Neyimiz var ki bu dünyada?
Bir efkarlı ömrümüz,
Bir demli çayımız,
Bir de yanık türkümüz…
Bu güzel dörtlüğe naçizane, ben de bir satır ilave edeyim;
“Bir de güzel öykümüz..”
Sağlıcakla ve sevgiyle kalın.
Tansel Geyik
tanselgeyik@gmail.com
