29 Eylül’de ilan edilen 20 maddelik Trump Barış Planı ile kimin kazandığı kimin kaybettiği tartışılırken, ABD’de gerçekleştirilen ve Trump planı ile aynı gün açıklanan bir anket, İsrail–Hamas savaşında kimin “kazandığını” açıkça ortaya koydu. New York Times ve Siena Üniversitesi tarafından yapılan ankette katılımcıların %35’i Filistinlileri desteklediğini açıklarken sadece %34’ü İsrail’e desteğini belirtti. 18–29 yaş aralığındaki ABD’lilerin ise %61’i İsrail’i değil Filistin’i desteklediğini bildirdi.
Oysa Aksa Tufanı’nın gerçekleştiği 7 Ekim 2023’ün hemen ardından yapılan New York Times anketinde ABD’li katılımcıların %47’si İsrail’i desteklerken, Filistinlileri destekleyenlerin oranı sadece %20 idi. Hamas–İsrail savaşının başlamasından yaklaşık 770 gün geçtikten sonra iki anket arasındaki bu değişim, Filistin lehine ortaya çıkan fark, İsrail’in en büyük destekçisi olan ABD halkı nezdinde haklılığı tescil edilen tarafın Hamas olduğunu göstermektedir. İsrail bütün dünyada olduğu gibi ABD’de de hızla zemin kaybederken, küresel düzeyde “soykırımcı–haydut devlet” algısı yaygınlaşıyor; küresel spor yarışmalarından ve kültür–sanat organizasyonlarından İsrail’in men edilme girişimleri peş peşe geliyor, silah satış yasakları devletlerin gündemine giriyor.
İsrail her geçen gün yalnızlaşıp izole olurken tepkiler sadece İsrail devletine yönelmiyor; diasporada yaşayan veya İsrail’den başka ülkelere seyahat eden Yahudiler de bulundukları ülkelerde sert muamelelerle karşılaşıyor, kovuluyor.
İlk bakışta, küresel arenadan tecrit edildiklerini itiraf eden ve kendi başlarının çaresine bakmaları gerektiğini söyleyen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun imdadına, ABD Başkanı Donald Trump’ın 20 maddelik Barış Planının yetiştiği iddia ediliyor. Ancak öteden beri yapılan barış anlaşmaları ve akıbetleri göz önünde bulundurulduğunda sonucun hiç de böyle olmayacağı öngörülebilir.
ABD liderliğindeki önceki Filistin–İsrail anlaşmaları
20 maddelik Trump Barış Planı bir anlaşma metninden ziyade tarafların katkısıyla ilerletilebilecek bir çerçeve sunuyor. Plan, Filistin–İsrail barışı konusundaki ilk barış girişimi de değil. ABD aracılığıyla Filistin–İsrail barış anlaşması girişimleri 1993’ten beri devam etmektedir. Bunlar aşağıdaki gibidir:
1. Oslo Anlaşmaları (1993–1995)
2. Hebron Protokolü (1997)
3. Wye River Anlaşması (1998)
4. Camp David Zirvesi (2000)
5. Annapolis Konferansı (2007)
6. Trump Barış Planı (2020)
2020 Trump Barış Vizyonu öncesindeki anlaşmalar, BM Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 kararları çerçevesinde iki devletli çözümü esas alıyordu. Amerika liderliğindeki bu anlaşmalar İsrail’i öncelese de bir Filistin devleti kurma vaadini taşıyordu. Ancak İsrail, iki devletli çözüme hiçbir zaman tam anlamıyla yanaşmadı ve her defasında anlaşmaları sabote etti. Filistinliler de kendi topraklarında bağımsız devlet talebinden asla vazgeçmeyerek işgale direnme haklarını kullandılar.
Dün açıklanan Trump Barış Planı aslında ABD Başkanı Donald Trump’ın ilk başkanlık döneminde, 28 Ocak 2020’de yine İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile birlikte Beyaz Saray’da açıkladığı “Yüzyılın Anlaşması” (Ortadoğu Barışına Yol Açan Vizyon)’nın devamı olarak değerlendirilmektedir. 2020 planı geleneksel iki bağımsız devletli çözümü reddetmekteydi. Bunun yerine, Batı Şeria’nın %87’sinin İsrail’de kalacağı, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabul edildiği; Filistinlilere ise dört yıl içinde İsrail’i tanımaları ve terörle mücadele etmeleri şartıyla, toprakları parçalı ve İsrail kontrolünde “koşullu” bir devlet öneriliyordu; ekonomik kalkınma vaat ediliyordu.
Daha sonra Abraham Anlaşmaları ile desteklenen Trump’ın 2020 Barış Vizyonu, Filistinliler tarafından ve BM, AB, İİT ile Arap Ligi tarafından reddedildi. Trump sonrasında başkan seçilen Joe Biden, söz konusu planı uygulanamaz bularak 2021 yılında rafa kaldırdı.
Bütün bu barış anlaşmalarının İsrail tarafından sabote edilmesi sebebiyle başarıya ulaşamadığı dikkate alındığında, son barış teklifinin de benzer bir akıbetle karşılaşma ihtimalinin yüksek olduğunu söylemek sürpriz olmayacaktır.
Zira, 1967 sınırlarında toprak bütünlüğü sağlanmış, başkenti Doğu Kudüs olan birleşik bir Filistin Devleti dışındaki hiçbir çözüm yolunun bu topraklarda yaşama şansı olmadığı görülmüştür. Bunu en iyi, 1993’ten bu yana anlaşma müzakereleri yapmış ve planlar teklif etmiş olan ABD yönetimlerinin bilmesi gerekir.
Dünyada yükselen İsrail ve Siyonizm nefreti
Çok övündüğü ordusunun ve istihbaratının 7 Ekim 2023’te Hamas’a bağlı Kassam Tugayları tarafından düzenlenen saldırılara hazırlıksız yakalanması ve ağır kayıplar vermesiyle itibar kaybına uğrayan İsrail, Gazze’de hastaneleri, okulları ve ibadethaneleri bombalayarak; çadırları içindekilerle birlikte yakarak, çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 65 bini aşkın Filistinliyi dünyanın gözü önünde katlederek intikam almaya yöneldi. İnsan haklarını ve uluslararası hukuku hiçe sayan vahşeti görüntülemeye çalışan yüzlerce gazeteciyi öldürdü. En nihayet, 19 Ocak’ta başlayan ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçmemek için direten İsrail, anlaşmayı bozarak bu defa Gazze halkını topladığı kamplarda açlıkla ölüme mahkûm etti. Yemek dağıtım yerlerinde bir kap yemek almak için sıraya giren binlerce Filistinliyi öldürdü. Filistin halkına yönelik işlenen eşi görülmemiş vahşet ve soykırım karşısında Batılı ülkelerin halkları dehşete düştü. Bütün dünyada Yahudi karşıtlığı yükseldi; Hristiyan halklar arasında tarihi Yahudi düşmanlığı yeniden canlanmaya başladı.
Kendisini medeni Batı dünyasının koruyucusu ve ön karakolu olarak ilan eden İsrail’in, kimseyi umursamayan insanlık dışı davranışları sebebiyle vicdanları harekete geçen yüzbinlerce insanın katıldığı küresel protestolar karşısında; ABD ve Almanya dışındaki büyük Batılı devletler pozisyon değiştirmek zorunda kaldılar ve iki devletli çözümü yüksek sesle dillendirmeye başladılar.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 26 Eylül’de BM 80. Genel Kurulu'na hitap etmek üzere salona girdiğinde çok sayıda ülke temsilcisi protesto ederek salonu terk etti, boş koltuklara konuşan Netanyahu karşı karşıya kaldıkları küresel izolasyonla yüzleşti.
Trump’ın son barış planı
Fransa ve Suudi Arabistan, BM Genel Kurulu’nun 18 Eylül 2024’te kabul edilen ES-10/24 sayılı kararı gereğince, Filistin sorununun barışçıl çözümünü ve iki devletli çözümün uygulanmasını sağlamak için 28–30 Temmuz 2025’te BM Genel Merkezi’nde (New York) uluslararası bir konferans düzenlediler. ABD ve İsrail’in boykot ettiği konferansa 160’tan fazla ülke katıldı; 125 ülke iki devletli çözümü destekledi.
12 Eylül’de toplanan BM Genel Kurulu, Fransa ve Suudi Arabistan’ın sunduğu “Filistin Sorununun Barışçıl Çözümü ve İki Devletli Çözümün Uygulanmasına İlişkin New York Bildirgesi”ni 142 oyla kabul etti. Bildirge, Hamas’ın Gazze Şeridi’ndeki iktidarını sona erdirmeyi, silahlarını Filistin Yönetimi’ne teslim etmesini, Gazze’de ateşkesin sağlanmasını, rehinelerin serbest bırakılmasını, Filistin Yönetimi’nin reformunu, Arap–İsrail normalleşmesini ve 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını öngörmekteydi. Bu sırada Fransa, Monako, Belçika, Lüksemburg, Malta, İngiltere, Kanada, Avustralya ve Portekiz’in de aralarında olduğu ülkelerin resmi açıklamalarıyla, Birleşmiş Milletler’de temsil edilen 193 ülke içinde Filistin’i devlet olarak tanıyan ülke sayısı 157’ye ulaştı; pek çok ülke de tanıma vaadinde bulundu. Son dokuz Batılı ülkenin tanıma kararı İsrail üzerinde şok etkisi yaptı.
Bu süreç devam ederken, ABD Başkanı Donald Trump 29 Eylül Pazartesi günü Beyaz Saray’da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile birlikte 20 maddelik bir barış teklifini açıkladı. Teklif öncesinde, 24 Eylül’de Başkan Trump, aralarında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da yer aldığı 8 İslam ülkesinin (Katar, Ürdün, Endonezya, Pakistan, Suudi Arabistan, Mısır, BAE) temsilcileri ile bir toplantı gerçekleştirmiş; toplantı sonrası Erdoğan, “Çok, çok verimli, güzel bir toplantıyı bitirdik. Ben memnunum, sonucu da hayrolsun” şeklinde kısa bir açıklama yapmıştı.
Trump’ın Netanyahu ile birlikte açıkladığı son plan, bir anlaşma metninden çok ilkesel bir çerçeve sunan bir teklifti ve esas olarak şunları içeriyordu: çatışmaların durdurulması; İsrail güçlerinin kademeli şekilde geri çekilmesi; İsrail’in Gazze’yi işgal veya ilhak etmemesi; Hamas’ın kalan tüm rehineleri serbest bırakmasının ardından İsrail tarafından tutulan yüzlerce Filistinli mahkumun serbest bırakılması; Mısır’da yerleşik “Barış Kurulu” tarafından denetlenecek yerel, teknokratlardan oluşacak bir yönetim kurulması; barış içinde bir arada yaşamayı taahhüt eden ve silahlarını bırakan Hamas üyelerine af çıkarılması; diğerlerinin sürgüne gönderilmesi; ABD ve Arap ülkeleri tarafından oluşturulacak uluslararası bir “istikrar” gücünün Gazze’de güvenliği devralması; ve Gazze’yi yeniden inşa etmek için ekonomik kalkınma planına odaklanılması.
Ayrıca planda, 157 ülke tarafından tanınan Filistin devleti için muğlak bir ifade kullanılarak, Ramallah merkezli Filistin Yönetimi’nin reforme edilmesi halinde “Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etmeleri ve devlet kurmalarına giden inandırıcı bir yol için nihayet koşulların oluşabileceği” açıklaması yer aldı.
Sonuç
Son barış teklifinin de öncekiler gibi İsrail tarafından bozulacağı yüksek ihtimal dahilindedir. Nitekim İsrail Başbakanı, ABD ziyareti dönüşünde yaptığı açıklamada; kabul ettiğini açıkladığı Trump planına aykırı olarak İsrail ordusunun Gazze Şeridi’nden çekilmeyeceğini ve bir Filistin devletinin asla kurulmayacağını duyurdu.
2020 Trump Vizyonu’nu reddeden BM, AB, İİT ve Arap Ligi’nin Trump’ın son planını reddetmemesi ve temkinli bir iyimserlikle karşılaması anlamlıdır. Bu tutum, alelacele “yine Filistin masada satıldı” değerlendirmelerine kapılmamak gerektiğini göstermektedir. Türk Dışişleri Bakanı’nın da içinde yer aldığı İİT Gazze Temas Grubu’nun büyük çabalarıyla BM’de Filistin’i tanıyan devlet sayısı 157’ye çıkarılmış olup, Filistin devleti için bundan geriye gidecek bir süreç söz konusu olamaz. Trump’ın henüz çerçeve halindeki barış planının içi, ülkenin sahibi Filistinliler ile birlikte taraflarca müzakerelerle doldurulacak; Gazze’nin işgalden arındırılması, güvenliğinin sağlanması ve iki devletli çözüme ilişkin yol haritası mutlaka konulacaktır. Ateşkes sağlanması ile zulüm ve açlık altında çaresiz durumda bulunan Filistin halkının en azından yaşama hakkına kavuşturulması öncelik haline gelmiştir.
Netanyahu, bu planı da sabote ederek savaşı devam ettirmek isterse; barış planına takdir ve destek veren bütün kesimleri karşısında bulacaktır.
Endişe konusu olan, Hamas’ın tasfiye edilerek silahsızlandırılması hususudur. Aksa Tufanı’ndan sonra, 11 Kasım 2023’te Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi üyesi devletlerin Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvesi sonrası yayınlanan 31 maddelik bildirinin 27’nci maddesinde, Filistin halkının siyasi dağınıklığını gidermek ve birliklerini sağlamak amacıyla Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Filistin halkının tek meşru temsilcisi olduğuna vurgu yapılmış; tüm Filistinli grup ve güçlere FKÖ çatısı altında toplanma ve FKÖ’nün liderliğindeki ulusal ortaklık çerçevesinde sorumluluklarını yerine getirme çağrısı yapılmıştır. Hamas’ın da içinde bulunduğu gruplar bu çatı altında birleşme görüşmelerine devam etmektedir. FKÖ çatısı altında birleşilen yapı elbette işbirlikçi Mahmud Abbas çizgisinde olmayacaktır.
Hamas, verdiği destansı mücadele ile gündemden kaybolmuş olan Filistin meselesini dünyanın birinci öncelikli meselesi haline getirmiş; BM Genel Kurulu’nda Filistin Devleti’ni tanıyan ülke sayısının 157’ye ulaşmasını sağlamış; Siyonistlerin maskesini indirerek kanlı yüzünü dünyaya sergilemiş; birçok ülke halkına bir avuç Siyonistin kendi devletleri üzerindeki kontrolünü fark ettirmiş; ve nihayet ABD gençliği dahil pek çok kalbe Filistin—hatta Hamas—sempatisi kazandırmıştır. Verdikleri mücadele İslam ümmetinin birliğine duyulan ihtiyacı gözler önüne sermiş ve yeni paktların ortaya çıkmasına yön vermiştir.
Güç kıyaslaması bakımından Hamas’ın, üstün silah gücüne sahip, ABD ve Batılı devletlerin pek çoğunun şartsız desteğine sahip İsrail devletini askeri olarak yenmesi beklenmiyordu. Hamas, Filistin ve Kudüs davasında üstlendiği vazifeyi yerine getirmiş; iki devletli çözümü dünyanın en önemli meselesi haline getirmeyi başarmıştır.
Bundan sonra, ister savaş sona ersin ister Netanyahu barış girişimini yeniden bozsun, Filistin mücadelesi yeni bir safhaya girecektir. Bu safha; soykırımcıların ve işbirlikçilerin uluslararası ceza mahkemelerinde yargılanacağı, İsrail ordusunda suç işleyen herkesin peşine düşüleceği; Siyonistlerin “anti‑Semitizm” kalkanı arkasına sığınarak küresel hâkimiyet kurduğu dönemin sona ereceği bir safha olacaktır.
Gelecek, kendisini her türlü hukukun üstünde gören soykırımcı İsrailliler ve diasporadaki Siyonistler için lanetli bir hayatın başlayacağı bir döneme işaret etmektedir.