Türk Dil Kurumu sözlüğünde format: "bir şeyin düzeni, biçimi, düzenleme şekli" kısaca “biçim” olarak açıklanır. Osmanlı’dan bu yana senedi ittifak, tanzimat fermanı, meşrutiyet ilanları, 1921, 1924, 1960 ve 1982 anayasaları ile toplum biçimlendirilmiş, topluma şekil verilmiştir. Biz bir “ilan” la akşamdan sabaha her şeyin değişeceğine inandırılan bir topluma döndük dense yeridir.
Cumhuriyeti ilan ettik ya; sanki bütün dertler bitti! İlan ettik etmesine de içini dolduramadık. Avrupa’da başta İngiltere olmak üzere birçok ülkede krallık (Monarşi) vardır amma bu ülkelerin demokrasi çıtası yüksektir. Eski SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) Saddam’ın Irak’ı ve Mollalar diye eleştirilen İran rejimi cumhuriyettir. Mesele Rejimin içini ne ile doldurduğundur. Ayrıca halk bunu ne kadar biliyor, bu rejimden ne anlıyor. Cumhuriyetin kazanımları deyip duran bir kesim var. O kazanımlar Avrupa monarşilerinde yok mu?
Babamdan dinlemiştim. Yanlış hatırlamıyorsam Demokrat Partili vekiller 1950 sonrası bir seçim dönemi Rize Trabzon civarı çalışma yaparken yaşlı bir nineye rastlarlar ve “teyze kime oy vereceksin?” diye sorarlar. Cevap: “Padişaha uşağum padişaha!”
Bu olay Cumhuriyetin ilanından en az 30 sene sonra gerçekleşiyor. Bunun nedeni şudur. Cumhuriyeti ilan edenler gökten zembille inmediler, hepsi birer Osmanlı subayı idi. 21 Nisan 1920 tarihinde meclisin açılışından iki gün önce temsil heyeti adına Atatürk’ün tamimi (genelgesi) Nutuk’ta ve Atatürk’ün Bütün Eserleri adlı külliyatta yer alır. O tamimden kısa bir bölüm:
“Vatanın istiklâli, yüce Hilâfet ve Saltanat makamının kurtarılması gibi en önemli ve hayati görevleri yapacak olan Büyük Millet Meclisi’nin açılışını cumaya rastlatmakla, o günün kutsallığından yararlanılacak ve bütün mebuslarla Hacı Bayram Velî Câmi-i Şerifinde cuma namazı kılınarak Kur’an’ın ve namazın nurlarından da feyz alınacaktır...”
Demek ki verilen mücadele Vatanın istiklali ile yüce Hilafet ve Saltanat makamının kurtarılması içindi. Kısaca Cumhuriyeti ilan etmek için açık bir irade beyanı ve mücadelesi olmamıştı. Bedavadan bir rejime geçince bugün bile çok insan Cumhuriyet ve monarşi karşılaştırması yapamıyor.
Dünya “ya siyah ya beyaz” anlayışını terk etmiştir ama biz hala “siyah” ve “beyaz” dan başka bir renk de olabileceğini kabullenemiyoruz. Reddi miras yaparak eskiye kötü/siyah, yeniye çok iyi/beyaz diyoruz. Kuruluş dönemi yaşanan olayları değerlendirirken objektif bakış ıskalanıyor “sevgi ve nefret” çadırlarında kamp kurmuş haldeyiz. Bir Rus atasözü “Her kavgada, uzlaşma için yer bırakın” Der. Stratejik derinliği olan bir söz var: “Karşınızdaki gücü yenmenin en kolay yolu o gücü kendi içinde savaştırmaktır” Maalesef savaştırılıyoruz.
Bizde Laiklik her dönem kavga konusudur. Neden?
Her şeyden önce Laiklik nereden geliyor. Avrupa’da Katoliklerle Protestanlar 30 yıl savaşlarıyla birbirini bitirmeye çalışmıştı. 1648 yılında Westfalia anlaşmasıyla ortaya koydukları dini ve siyasi düzenle barış sağlanmış laiklik kurumsal hal almıştır.
Biz laikliği bedava aldık. Efradını cami ağyarını mâni (tam ve eksiksiz) bir tanımını da yapmadan kullandık. Amiyane ifadeyle prospektüsüne bakmadık. Laiklik öyle sihirli bir kelime oldu ki; bu kelime ile siyasi partiler dernekler vakıfları kapatılır, sivil asker
memurlar meslekten ihraç edilir, hulasa-i kelam her vatandaş bu kelime ile cezalandırılabilir, hürriyetinden yoksun bırakılabilir.
Yıllar önceydi, kıvrak zekalı diye tabir ettiğimiz bir arkadaş, memleketten gelen bir hoca efendi ile Bursaspor Trabzonspor maçına gitmiş ama hocanın futbola pek ilgisi yokmuş. Maç esnasında bir akın olmuş ama ofsayt kararı verilmiş. O zamanlar şimdiki gibi VAR uygulaması yok. Hoca efendi “ofsayt nedir?” diye sorunca; bizim arkadaş “ofsayt laiklik gibi bir şeydir hakemden hakeme değişir” demiş.
Laiklik için sihirli bir kelime dedik ama doğrusu sihirli bir sopa olarak kullanıldı.
Yavuz Bahadıroğlu, İnönü’nün “Biz Laikliği dini kontrol altında tutmak için aldık.” Dediğini tespit etmiştir.
Harf devrimini yaptık, gece alim olarak yatanlar sabah ümmi (okuma yazması olmayan) olarak uyandı. Selçuklu ve Osmanlı’da kullanılan alfabe yerine Latin alfabe alındı. Eskisi yasak edilince bir medeniyete ulaşım sıfırlandı. Kütüphanelerimiz örümceklerin yuva yaptığı raflara döndü. Yetmedi bir de dil devrimine gidildi.
Sonuçta kuşaklar arası iletişim koptu. Buna format değil ölümcül tokat denir.
Tarihimize, kültürümüze medeniyetimize karşı Alzhaimer bir toplumuz artık.
Cemil Meriç “Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilâli, tek mukaddese saygı göstermiş: Kamusa.” Demiştir. Şu tespiti de yerindedir Haçlıların en büyük zaferi, tarih kitaplarımızdır.
Tarihçi yazar Mustafa Armağan modern çağda kendi iradesiyle “Harf İnkılâbı” yapan iki ülke var. Biri biziz, diğeri de İsrail. Biz Selçuklu ve Osmanlı’nın kullandığı yazıyı “bizi geri bıraktırıyor” gibi uydurma bir gerekçe ile terk ettik. İsrail ise Yahudi vatandaşları şakır şakır Latin harflerini okuyup yazabildiği halde tersinden bir Harf İnkılâbı yaptı ve 2 bin yıl önceki ölü ve öğretilmesi çok zor olan İbrani alfabesini diriltti. (Uydurma gerekçe dedik çünkü biz o yazıyı kullanırken İstanbul’u fethettik, çağ açtık çağ kapattık, Yavuzlar, Kanuniler o yazıyı kullanırken hükümdarlık yaptılar)
Dünyanın en zor alfabeleri Çince, Japonca, Korece, Hintçe bugün de varlığını sürdürüyor ve bu milletler aynı zamanda teknolojide en ileri ülkeler arasındadır.
Bir Afrika atasözü: Aslanlar kendi tarihçilerine kavuşuncaya kadar, kitaplar avcıyı övecektir. Derken. Alman şair ve yazar Bertolt Brecht: Yenilenlerin tarihini, yenenler yazmıştır. Tespitini yapar.
Hatırlanacağı gibi Yahudi Moiz Kohen o dönemde Munis Tekinalp sahte ismiyle sahnededir. Yazdığı kitaplara bakınız. Büyük Türklük, Türkçülük, Kemalizm, Turan, Türkleştirme, Türk Ruhu. Ayrıca Türk yurdu dergisinin de yazar kadrosundaydı
Moiz Kohen: “Kemalist inkılâp, maziyi silip süpürecek” ve “Türk milleti için, İslamiyet bağının artık öldüğünü” ilan edecektir. (Bkz. Alparslan Yasa, Türkçü, Kemalist, Siyonist: Moiz Kohen, Derin Tarih, Ağustos 2018 tarihli sayının eki.)
Bu kişi bir hahamın oğlu olup kendisi de haham eğitimi almış, mason locasına girmiş Siyonist bir Yahudi’dir. Sormak lâzım; Yahu senin Türkçülükle ne alakan var?
Amaç bellidir. Yeni nesil harf ve dil devrimi ile tarihinden ve değerlerinden kopuk olacaktı. Bu ifsat işinde Moiz Kohen gibi kişiler yazdıklarıyla görev yaptılar.
Moiz Kohen 1961’de Fransa’nın Nice şehrinde öldü ve “ölünce beni Türkiye’ye götürmeyin, buradaki Yahudi mezarlığına gömün” diye vasiyet etmiştir.
Osmanlı bir imparatorluktu. Bünyesinde çok sayıda etnik kimlik barındırıyordu. Yönetim; Kayı boyundan gelen Osmanlı hanedanın da idi. Moiz gibi görevlilerin amacı “Irkçı bir Türkçülük” pompalamaktı. Bu sayede birliğin çimentosu olan dinden uzaklaşılacaktı. Bu sebepledir ki; Müslümanlığı Arapçılık olarak lanse ettiler.
İlginç bir not 1928'de harf inkılâbı olunca; “Nutuk bile yasak kapsamına girdi" Nutukta 20 bin civarında Arapça ve Farsça kelime var. Mesela Arapçadan dilimize yerleşmiş olan millet kelimesi 1160 tekrar ile Nutuk’ta en çok geçen kelime olurken; Meclis 1057, milli 967, hükümet 922, tarih (Tarihli) 571, kuvvet 549, devlet 541,
Vekil 495, memleket 429, mebus 416, reis 391, cephe 384, vazife 376, emir 374,
Harp 352, teklif 333, vatan 288, müdafaa 281, zevat (askeri) 202 defa tekrar edilmiştir. Nutukta adı en çok tekrarlanan kişi 357 kez tekrarla Hüseyin Rauf’tur ki
O da Arapçadır.