İslam’ın beş temel şartından biri “Oruç” tutmaktır.
Oruç, Ramazan ayında bedenen tutulan, kalben, manen ve imanen yapılan bir ibadettir.
İslam dünyası, Ramazan’a Kızıl Çin’in Uygur Türklerine uyguladığı zulüm altında giriyor.
İslam dünyası, İsrail'in Filistin ve Gazze’ye yönelik aylardır yürüttüğü büyük bir soykırım ve insanlık suçunun ayıbı ve gölgesinde giriyor.
İslam dünyasının sözde liderleri ne Netanyahu’nun savaşın ilk günlerinde kendilerine atfen söylediği "Tahtlarınızı korumak istiyorsanız sesinizi çıkarmayın, oturun oturduğunuz yerde" tehditlerine, ne de ikinci başkanlık günlerinin daha ilk saatlerinde Trump’un Gazze hakkında kullandığı “Gazze'yi satın almaya ve sahiplenmeye kararlıyım” skandal sözlerine karşılık bir cevap verebiliyorlar. O görkemli tahtlarında kaykıla kaykıla oturmaya devam ediyorlar.
Bu sözde liderler tahtlarında oturmaya ve yaşanan zulmü çekirdek çitleyerek seyretmeye devam ediyorlarken, Gazze’nin hakiki sahibi iman ve inanç erleri, kadınları, yaşlıları, çocukları ise oturmuyorlar, vatanlarını ellerinde saban taşı bile olmadan savunmaya, her an şehit olacakmış gibi korkmadan nöbet tutmaya, harabeye dönmüş beldelerini beklemeye devam ediyorlar.
Dünyanın ve Türkiye’nin görmezden geldiği Doğu Türkistan gerçeğini bilen duyan var mı? Aslında bir tutsaklar ülkesi olan Doğu Türkistan’daki Uygur Türkleri Gazze halkına yapılan zulümden daha ağır yaptırımlara ve zulme maruz kalıyor. Eğer Çin devleti anne karnındaki bebeği “fazlalık” olarak görürse karınlarından zorla çıkartılıp öldürülüyorlar. Dinî, millî ve kültürel köklerinden zorla kopartılıyor. Kendi dillerini, tarihlerini öğrenmeleri ellerinden alınıyor. Türkçe’yi konuştukların işkence görüyor, Kur’an okuduklarında dayak yiyor, Kur’an öğrenmek istediklerinde hapse atılıyorlar. İstedikleri üniversiteyi okumak, oralarda öğrenci olmak, istedikleri bir işte çalışmak onlar için hayal bile değil.
Peki, ABD ve onların uydusu ve asıl yöneticisi olan Siyonistler ne yapıyor…
Durmuyorlar…
Durmak bilmiyorlar…
Aslında durdurmak da istemiyorlar…
Duyduğumuz nefretin, kin ve öfkenin “zaman aşımı” asla yok, olmayacakta…
Artık, kınamanın, ayıplamanın, lütfen demenin, rica etmenin de bir anlamı var mı?
Yalnızca Filistin de, Gazze de, Doğu Türkistan da değil, dünyanın birçok coğrafyasında huzuru ve barışı tahrip eden, lanetlenmiş toplum ve millet olan İsrail’e ve ABD’ye karşı anladığı dilden, anladığı yöntemle mukabele etmenin zamanı gelecek ve bizler görür müyüz?
Müslüman olduklarını söyleyen İslam devletlerinin tek yürek oldukları, karşı hamle yapacak cesareti bulduklarını görebilecek miyiz?
Türkiye Cumhuriyetini, Türk devletlerini, Türkleri ve Müslümanları tehdit eden Haçlı Zihniyetine karşı bütün imkânlarımızla birlik olup, gerekirse silahlı gücüyle karşılık verildiğini görebilecek miyiz?
Nasıl bir politika, nasıl bir siyaset, nasıl bir yöntem, nasıl bir tarz ve nasıl bir usulle ve dahi nasıl bir diplomasi ile bu baş belası Siyonistler durdurulacak?
Asıl referans noktasını Nazi Almanya'sından alan “Susma, sustukça sıra sana gelecek” sloganı asla unutulmamalı ve daima hatırlanmalıdır.
Sürekli savunma yaptığınız, sürekli defansa çekildiğiniz ve sürekli top çevirdiğiniz bir maçtan galip ayrılamazsınız…
Dava ve özgürlük savaşçısı, Müslüman Aktivist Malcolm X, şiddeti durdurmanın, zalime ve zulme dur demenin yolunu şu sözüyle özetliyor, “Harekete geçilmediği sürece, şiddeti dua ederek durduramazsınız.”
Artık defans yapmadığımız, boş boş top çevirmediğimiz o günlerde gelecek inşallah.
Ne diyor bir atasözümüz, “Su uyur, düşman uyumaz.”
Düşman uyumuyor. Biz de uyumayacağız…
Çünkü…
UYURSAK, ÖLÜRÜZ…