Sevgili okurlarım merhaba, bugün yine hayatın içinden bir konuluyu ele alacağım.
Yine neyi nereye koyayım telaşı...
Oysa yorgun yüreğim hayat girdabında.
Ne tuhaf değil mi varmak istediğimiz yere hep geç kalıyoruz.
Bir lahza olsa dalamıyoruz.
Hayalini kurduğumuz ülkeler çok uzak.
Ansızın uyanıyoruz uykudan..
Anne ben ne ara büyüdüm!.
Ne çok yük yüklediler masum yavruna…
Şimdi neye nerden başlayayım!.. Yine acıyı gülümsemeyle gizleyeyim…
Umut bekler çocuklar. ..
Çocuk olmadan anne olan yüreklere dokunalım.
Hasta olunca bile dinlenemeyen nasırlı elleriyle hayata dört elle sarılan o güzel annelerin yüreğine dokunalım.
Ne yapsa da kimseye yaranamayan çocuğunun, cahil eşinin, sen anlamazsın dediği kadınları anlayalım biraz…
Kendinden vazgeçip ailesi için yaşayan kadınlara bir tebessüm borçluyuz ve bir hayat...
Yaşanması mümkünken yaşayamadığı hayalleri küçük bir çeyiz sandığında. Gülen gözlerinin arkasında ki matem hangi çiçeğin hüznü. Onu görmüyoruz.
Her gün biraz daha tükenirken yeni bir gün doğuyor penceresinde.
Elleri uzanıyor kendisine alınmayan ama kendi emeğiyle suladığı çiçeklere.
Bir çayın buğusunda hazırlıyor kahvaltıyı eşi işe çocuğu okula ya kendisi derin bir hüzne.
Gidecek bir hayatı yok…
Vazgeçemedikleri vazgeçiyor kendisinden…
Bir lahza olsun dinlenmek istediği yer de dalga kıran…
Gelmeyenler yarınlarda…
Bilmediği yollarda bilmediği sularda yüzdü yüreği ve yine en iyi bildiğini sandığı insan yanılttı ve susmayı öğrendi gözleri…