Yıl 1420...
Henüz İstanbul, Peygamber müjdesine erişmemişti. Osmanlı’nın başkenti Edirne’deydi ve cihan devleti, Rumeli’de kök salmaya devam ediyordu. Her yeni sefer, yeni umutlar ve yeni fedakârlıklar demekti. Bulgaristan’ın Kırcaali bölgesine bağlı Kızılağaç köyünden 7 yiğit, Osmanlı sancağı altında askere çağrıldığında henüz nişanlıydılar. Her biri bir goncaya söz vermiş, geleceğini bir kalpte mühürlemişti. Lakin o dönemin yasasına göre askerlik yedi yıldı. Beklemek, sabretmek ve duayla avunmak gerekiyordu.
Yedi genç kız...
Yedi yıl boyunca gözyaşlarını mendillerine, umutlarını dualarına işlediler. Her sabah bir ümitle uyanıp her gece göğe bakarak sabrettiler. Fakat yedi yılın sonunda, gelen ne bir mektup oldu ne bir haber... Beklenenler dönmedi.
Bir gece...
Tüm kızlar aynı rüyayı görür. Rüyalarında bir ses, kendileri için hazırladıkları çeyizlerin artık bir sevdaya değil, bir hayra dönüşmesi gerektiğini fısıldar. Sabah olur olmaz babalarına anlatırlar bu manevi daveti. Çevre köy halkı yardım etmek ister. Altınlar, paralar sunulur. Ama genç kızlar bunu kabul etmez. Bu hayır, sadece onların adanmışlığının, sadakatinin ve imanının bir nişanesi olmalıdır.
Ve karar verilir...
Tellallar köy köy dolaşır. En sonunda, başka bir köyden dört usta bu işe talip olur. Ama bir şartla: “Cami, köyün yukarısındaki meşe ormanından kesilen ağaçlarla yapılacaktır ve tek bir çivi dahi kullanılmayacaktır.” Şart kabul edilir. Köylü, seferber olur. Kadınıyla erkeğiyle meşe kütükleri taşınır meydana.
Yedi gün yedi gece...
Ve mucizevi bir işçilikle, 1428 yılında “Yedikızlar Camii” ortaya çıkar. Ne bir çivi ne de bir çekiç sesi... Yalnızca sadakatle dövülmüş tahta, yalnızca gözyaşıyla yoğrulmuş inanç.
Olayın Hıdırellez günü gerçekleştiğine inanıldığından, her yıl 6 Mayıs’ta köyde “Nalbantlı Bayramı” adıyla kutlanır. Kurbanlar kesilir, dualar edilir, yitik nişanlılara ve sadakatle örülmüş bu mabede hürmet sunulur.
Zamanla kızlar da birer birer ortadan kaybolur. Onlardan bir daha haber alınamaz. Ama köylüler der ki:
“Onlar çeyizlerini cennete serdi, Yedikızlar Camii de onların dünyada kalan yadigârıdır.”
Ve bugün hâlâ Kızılağaç köyünün üstünde, meşe dalları arasında vakurca yükselen o cami, bize şunu fısıldar:
Bazı aşklar vuslatla değil, adanmışlıkla tamam olur. Bazı yapılar taşla değil, dualarla ayakta durur.
---
Yedi kız bekledi bir yedi yıl,
Yürekleri kor, gözleri ıslak.
Bir çeyiz oldu minarede sabır,
Cami dediler, aşk oldu barınak.
Görmesek de yüzlerini, bilmesek de adlarını,
Yedi kız kaldı dillerde, dualarda adımları.
Bir meşeden cami doğdu, bir hayalden mabet,
Yedi yürek sustu ama susturamadı hikmeti.