Bir arkadaşım, geçtiğimiz hafta göz polikliniği bölümünden aldığı randevu için Bilkent Şehir Hastanesine gider.
Bakar saatine, daha randevusuna bir saat var. Sağa sola şöyle bir bakar, hastane girişindeki simitçi tezgahını görür.
Bir simit ve bir ayran alır. Tezgâhın yanında bulunan, sanki olduğu yerde kırılacakmış gibi sallanan beyaz plastik sandalyeye yavaşça oturur.
(Arkadaşım çok sever Ankara Simidini. Hem kim sevmez ki? Hele yanında ayranla; “İskender kebap” gibi olur.)
Simitten bir ısırık alır, ardından da bir yudum ayrandan...
Oh!
Ondan iyisi yok!
Ankara'da yaşayanlar bilir.
Eylül'de bir başka güzel olur Başkent. Hele hava açık, güneşliyse; doyum olmaz tadına.
Eskilerin dediği gibi; tam da limonata tadında.
Yani o gün, öyle bir gündür...
Arkadaşım muhteşem simit-ayran ikilisine kendini kaptırmışken, hastaneden çıkan bir anne oğul simitçi tezgâhına doğru koşar adım yaklaşır.
Anne, başı yana eğik, kulağı ile omzunun arasına sıkıştırdığı telefonuyla konuşurken; bir eliyle oğlunun elini, diğer eliyle de çantasının ağzını açmaya çalışır.
O sırada oğlu annesinin kolunu çekiştirerek;
–Anne poğaça da al. Bak!... peynirli poğaça. diyerek tezgahtaki poğaçaları gösterir.
Anne oralı olmaz pek.
Bir yandan telefonla konuşmaya, bir yandan da aceleyle çantasının içini iyice kurcalamaya devam eder.
Nihayet telefonu sonlandırdıktan sonra, simitçiye kısık bir sesle;
–Abi, su kaç lira? diye sorar.
–On lira!. der simitçi.
–Şey...iki liram çıkışmadı, sekiz liram var.... İki lirayı daha sonra versem olur mu? derken çantasından çıkardığı bozuklukları simitçiye tam uzattığı anda, arkadaşım araya girerek;
–Tamam, suyun parasını alma; ben vereyim. diyerek simitçiye başıyla anneyi işaret eder.
Anne, yarım litrelik pet şişedeki suyu alırken arkadaşıma dönüp;
–Teşekkür ederim abi. Helal et, olur mu?
–Helal olsun! diyen arkadaşım birden 9-10 yaşlarındaki çocuğa dikkat kesilir.
Çocuğun gözü hâlâ tezgâhtaki poğaçalarda olduğunu fark eder ve;
–Delikanlı, sen peynirli poğaça da istemiştin değil mi? diyerek çocuğa bakar.
Çekinerek başını sallar çocuk. Bunun üzerine arkadaşım simitçiye dönerek bir tane de poğaça vermesini söyler.
Anne, “Hayır, olmaz!” deyip itiraz etse de; arkadaşım poğaçayı çocuğa doğru uzatır. Çocuk eliyle havada kapar.
Delikanlı, gözlerinin içi güler gibi bakar arkadaşıma ve annesinin elinden tutup otobüs durağına doğru hızla uzaklaşırlar.
Ama o andan sonra, en çok sevdiği simitle ayran boğazına düğümlenir arkadaşımın...
Haklı.
Gel hadi, yiyebiliyorsan ye!
* * * * *
Siz de çarşıda, pazarda benzer hikâyelere şahit olmuşsunuzdur.
Veya böyle yaşanmışlıkları duymuşsunuzdur.
Bu olayı neden anlattığımı merak ettiyseniz, hemen söyleyeyim:
Biliyorsunuz, Büyük Millet Meclisimiz yeni yasama dönemine 1 Ekim itibariyle başladı.
Açılış konuşmasında Sayın Cumhurbaşkanı, yeni anayasa çalışmalarının özellikle bu dönemde hızlanacağını ifade etti.
Anlaşılan; Meclis'in önceliği, gündemindeki ilk maddesi;
“Yeni Anayasa” olacak...
Ama vatandaşın; özellikle de o annenin önceliği, yeni bir “ANAYASA” mı? Yoksa hiç tanımadığı, yabancı birine; özellikle de çocuğuna karşı mahçup olmadan; yavrusuna peynirli poğaçayı düşünmeden alabilmek mi?
Bence annenin önceliği belli!
Peki, sizin önceliğiniz hangisi?
“ Yeni bir anayasa” mı,
yoksa; “peynirli poğaça” mı?
?. . .
Nasıl yani?
Gerçekten mi?..
Sizler de o anne gibi mi düşünüyorsunuz?
Aman ha! Her yerde söylemeyin sakın.
Hem poğaça sağlığa zararlı.
Fazla yemeyin; kilo yapar!
Sevgiyle ve sağlıcakla kalın.
Tansel GEYİK