Memuriyetin ilk günlerinde; istenen bir işe kavuşmanın verdiği mutluluk, ilk defa bir işe başlamanın insanda uyandırdığı heyecan, bilinmeyen bir ortama girmenin getirdiği kaygı… Yıllar sonra yaşanan emeklilikle birlikte yerini tarifi zor yeni duygulara bırakır.
Yıllarca aynı işe emek vermek, yıllarca aynı yerde devam etmek, orada evlenip yuva kurmak, işinde orada yükselmek ve nihayetinde başladığı noktada emekli olmak. Bu herkese nasip olmayacak sonu mutlu(!) biten bir iş finalidir.
Konferans salonlarında veya iş yerlerinin yemekhanelerinde düzenlenen sade törenlerde, alkışlar arasında takdim edilen onur belgesinin yanında, kulağa hoş gelen birkaç tatlı cümlenin ışıltısı altında çekilen fotoğraflarla, bazıları buruk, bazıları mayhoş, bazıları kekremsi, çoğu güzel, çoğu ise gönüllerde hoş bir tat bırakan anılar ve hatıralar kalır geride.
İyi anlaştığınız, uyum içinde çalıştığınız bir arkadaşınızın emekli olacağını duymak, masasını toplarken görmek ve bir daha onunla aynı mesaide buluşamayacak olmak insana ayrı bir hüzün verir.
İster idarenin tasarrufuyla olsun, ister kendi irade beyanıyla…
İster emeklilik tarihi birkaç yıl önceye çekilsin, ister birkaç yıl sonraya ötelensin…
İster kendini bulunmaz Hint kumaşı sansın, ister kendini başrol oyuncusu esas oğlan/esas kız veyahut iyi bir karakter oyuncusu olarak görsün… Sonuç asla değişmez…
Ne yapılırsa yapılsın, ne kadar uzatılırsa uzatılsın eninde ve sonunda, öyle ya da böyle, er ya da geç emekli oluyorsunuz ya da emekli ediliyorsunuz. Tabii, nasibinizde varsa yaşıyorsunuz bunları…
Soru şu…
Bundan sonrası için planlarınız nedir?
İhmal ettiğiniz ibadetlerinizi ikmal edip, Allah’ın hoşuna gidecek taatlerin peşine mi düşeceksiniz?
Yoksa bir kahve köşesinde oturup, okeye dördüncü olmayı ya da yancılık yapmayı mı tercih edeceksiniz?
Veyahut da bir hemşeri derneğine, bir vakıf kuruluşa ya da ulusal ölçekli bir sivil toplum kuruluşuna gönüllü olup sosyal faaliyetlerinde mi bulunacaksınız?
Tabii bunlar hep birer ihtimal, birer varsayım…
Emekliliği gelip geçenleri, uzattıkça uzatanları, öteledikçe öteleyenleri, çalışma hayatından kopunca nefes almakta zorlanacaklarını söyleyenleri, oflayıp puflayanları (tabi ekonomik durumu iyi olanları) anlayamıyorum. Hele emekliliği kariyerlerinin sonu gibi görenleri hiç anlayamıyorum. Ve hatta bunu kafaya takıp kendini yıpratıp harap edenlerle, günlerini hiçbir faaliyet yapmadan bomboş geçirenlerle anlaşmamız ve hatta onlarla aynı kaldırımda yürümemiz bile mümkün değil…
Oysa hayatın bütün süreçlerini okuyup bunun farkını görenler için, her yaş ve her meslek grubu, her iş ve her dönem, kendine has yaşanacak güzelliklerle doludur.
Emeklilik, yeni hayat düzenine açılan bir kapıdır, yaşamdan elini eteğini çekmek değildir…
Emeklilik, tam zamanlı çalışma hayatından tam zamanlı yatış hayatına geçmek, sürekli uyku modunda yaşamak hiç değildir.
Emeklilik, dünya telaşından, yaşanan kargaşalardan, iş hayatının koşuşturmasından başlanılamayan sosyal etkinlikleri, çıkılamayan (tatil) turları, ihmal edilen ibadetleri kaldıkları yerden devam ettirmek için iyi bir fırsat, ve yeni bir kıymetli zamanın başlangıcıdır.
Ancak; emekliliği, sizden sonra gelen nesle yer açmanın kanuni zorunluluğu, hayatın tabii bir gerçeği olduğu tezini görmezden gelmezseniz, kendinizi bırakmaz, işin tadını kaçırmazsanız, bu değişimi yeni hayatınızın taze bir başlangıç noktası kabul eder, kendinizle ve çevrenizle iyi geçinirseniz sıkıntı duymaz, hayatla barışık yaşarsınız…
**
Hangi işkolu, meslek dalı ve zanaat olursa olsun, pek çok insanın kendisine rol model aldığı, yönetim kabiliyetinden etkilendiği, hayranlık duyduğu; en az onun gibi dürüst, en az onun gibi düzgün, en az onun gibi vicdan ve irfan sahibi olmayı içinden geçirdiği, ilham aldığı kişiler vardır…
Kimi insanlar, işlerini eksiksiz ve tam zamanında yapmaları, karakterleri, yetenekleri, becerileri ve disiplinleriyle, sevgiyi saygıyı ve hürmeti fazlasıyla hak ederler…
Kimileri ise, tam tersine işine karşı ilgisizliklerinden, iş satmalarından, işte sataşmalarından, işten kaytarmalarından, işi gırgıra almalarından, üstüne üstük işine göstermedikleri çabayı siyaseten yükselmekte göstermelerinden, aşırı hemşerici yaklaşımlarından, riyakârlıkları, çıkarcı tavırları, yönetim anlayışından duyulan rahatsızlıktan, yönetim kabiliyetindeki beceriksizliklerinden dolayı çevreye rahatsızlık verir, yüksek eleştiri alırlar. Bu kişiler, bırakın selam ve hürmeti, bırakın sevgi ve saygının zerresini, selamı dahi hak etmezler.
Mesai arkadaşlarının birbirlerini sevip sevmemeleri, birbirlerinden hoşnut olup olmamaları; yaşanan olayların etkisi, ürettikleri işin kalitesi, birbirleri hakkında yaptıkları (taraflı ya da tarafsız) gözlem ve yorumlar, meslek hayatında başarıyı, terfiyi ve kariyer gelişimini etkileyen önemli faktörlerdir. Kişinin, iş, meslek ve kariyerini şekillendiren kritik unsurlardan biri de kimlerle, hangi şartlarda ve nasıl bir yönetici tipiyle çalıştığı, bunların zihniyeti, bakış açısı, liyakati, siyasal düşünceleri ve temsil kabiliyetleridir.
Bir idarecinin, başında bulunduğu birimde personeline yetkinliklerine göre iş bölümü yapması, enerjisi ve temsil kabiliyeti yüksek çalışanlarına kariyer yollarını açması, onları geleceğin yöneticileri olarak hazırlamak üzere yetenek havuzuna alması, bu süreçte hemşehricilik, bölgecilik, okulculuk, particilik, ümmetçilik, mezhepçilik, tarikatçılık gibi ayrımcılıklardan uzak durması ve adil, dürüst ve herkese eşit mesafede bir yönetim anlayışı sergilemesi de kurum kültürü ile terfi ve kariyer gelişimi açısından son derece değerlidir…
Makamlar gelip geçicidir. Hiçbir makam kimseye ailesinden miras kalmayacağı gibi baki de değildir. Makamlar bağış yöntemiyle el değiştiren veya bir hediyeleşme aracı olacak mevkiler de değildir. İşgal edilen bir makama bugün sen, yarın bir başkası oturur, ertesi gün bir diğeri. İnsanoğlu hırs yaptığı, ihtiraslarının, heva ve heveslerinin peşinde koştuğu müddetçe bu mücadele devam edip gidecektir.
Aslında hayatın bütün özeti Türkçe şiirin öncüsü, mutasavvıf ve halk şairi Yunus Emre’nin şu dörtlüğünde dediği gibi (tabi bunu görebilenler, anlayabilenler ve farkına varabilenler için) çok nettir
Mal sahibi, mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan mülk de yalan
Gel biraz da sen oyalan…
Evet, “servet” kavramı yalnızca insanın sahip olduğu çok mal, çok mülk, çok para, çok eşyadan müteşekkil bir zenginlik değildir?
Şimdi size; sahip olduklarıyla yetinmeyi bilen, daha fazlasına tamah etmeyen, makam ve mevki için kimseye minnet etmeyen, ona buna ağız eğmeyen, ilkeli bir duruşa sahip olan, müfettişlikten başmüfettişliğe, müdürlükten daire başkanlığına kadar pek çok görevde bulunmuş olan, dürüstlüğü ve tevazuuyla bilinen Zafer Cahit Tofta’dan bahsetmek istiyorum.
Zafer Cahit Tofta’yı Merkez Birliğinde tanıdım. Ancak asıl tanışıklığımız, benim de memur olarak görev yaptığım Eğitim Daire Başkanlığına “Başkan” olarak atandığı dönemde başladı.
Tofta ile mesai yapmış, zaman zaman sohbetinde bulunmuş biri olarak gözlemlerimi, yaşadıklarımı, zihnimden geçenleri ve hatta kendisi hakkında duyduklarımı burada yazmak, sizlerle paylaşmak istedim…
Tofta’yı ben; tembelliği ve atâleti sevmeyen, işinde yenilikleri ve gelişmeleri takip eden, öğrenen, öğreten ve mesai arkadaşlarında da bu anlayışı görmek isteyen, vizyon sahibi, idealist, entelektüel bir yönetici olarak tanıdım.
Tofta’yı ben; “hata, iş yapılan yerde olur. İşin olmadığı yerde hata da olmaz. İnsanları yoran iş değil, insan ilişkileridir.” Diyen… Yapılan basit bir hatayı büyütmeyen, bunu aleyhte kullanmayan, dedikodusunu yapmayan… Hatayı yapanı cezalandırmak için değil soruna pratik ve kalıcı çözümler üretmek için sorgulayan… İşleri yokuşa sürmeyen, zorluk çıkarmak yerine kolaylaştıran… Makamın ağırlığını mobbingle değil hoşgörüyle taşıyan... İnsan ilmihalinden anlayan bir idareci olarak tanıdım.
Tofta’yı ben; personele baskı yapmayan, onları aşağılamayan, azarlamayan, paylamayan, makamdan kovmayan, gereksiz yere ses yükseltmeyen, aksine sohbetiyle gönül alan, personele yapılan zulüm ve baskıyı zayıf yöneticilerin kendilerini kabul ettirmek için başvurduğu çirkin ve ahlaksız bir yöntem olarak gören, yürekli ve cesur bir başkan olarak tanıdım.
Tofta’yı ben; sabah mesaisinin ilk saatlerinde verilen selamı, söylenilen “Günaydın'ı samimi ve içten bir gülümsemeyle karşılayan, güne huzurla başlanmasını sağlayan, amirliğin dar kalıplarını aşsa da ölçüyü ve mesafeyi daima koruyan, iç dünyasında kendisiyle, dış dünyasında çevresiyle barışık, nüktedan, zarif ve mümtaz bir insan olarak tanıdım.
Tofta’yı ben; fizik yapısına has kilolarıyla barışık, ağır bedenine küsmeden düzenli spor yapan, basketbol oynayan, sporu ve sporcuyu seven sportmenliğiyle tanıdım.
Tofta’yı ben; samimi ve dürüst, özü sözü bir, nazik bir beyefendi, centilmen bir insan olarak tanıdım…
Memuriyet hayatımın önemli kilometre taşlarından biridir Zafer Cahit Tofta.
Eğitim Daire Başkanlığı Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünde çalıştığım dönem. Geçmiş zaman, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Döner Sermaye Müdürlüğünde yönetici olan ve aynı zamanda boks hakemliği de yapan Hasan Çayır abiye gitmiş, boks eğitimi almak istediğimi, hangi kulübü önereceğini sormuş, ondan yardım istemiştim. Hasan abi 19 Mayıs Stadının hemen yanında bulunan Şefik Tetik Boks Eğitim Merkezi’nde Temel Hocadan (ARE) bahisle, selamıyla ona gitmemi söyledi. Tesadüf bu ya, Temel Hoca ertesi gün emekli olacağını söyleyerek, beni Türk Standartları Enstitüsü Boks Kulübü (TSE) antrenörü Mustafa Gündoğan hocaya yönlendirmiş, Mustafa hoca da (ARE) takımıyla antrenmanlara çıkmamı kabul etmişti.
Antrenmanlar hafta içi her gün akşamüzeri 17:30-18:00 gibi başlıyordu. Bu durum mesaiden ya yarım saat erken çıkmam ya da yarım saat idmana geç kalmam anlamına geliyordu. Şube müdürümüze durumu kısaca izah edip, mesaiden yarım saat erken çıkmak için izin istediğimde doğal olarak kabul etmedi ve hayır dedi. Ama boks yapmayı, antrenmanlara katılmayı gerçekten çok istiyordum. Cesaretimi topladım, durumu bir de Daire Başkanımız Zafer Cahit Tofta Bey’e anlatmak, ondan izin istemek için makamına gittim. Sağ olsun beni son derece anlayışla karşıladı. Kendisi de spor yaptığını, spor yapan insanların çevrelerine pozitif enerji yaydığını söyledi. İzni bizzat kendisinin verdiğini, Müdür bey ile de konuşacağını belirtti. Üstelik sabahları mesaiye bir saat erken başlamak şartıyla akşamları mesaiden bir saat erken çıkabileceğimi, hatta antrenmanları aksatmamam konusunda beni özellikle tembihledi. Bu izni, önümdeki işleri eksiksiz bitirmem, ertesi güne bekleyen evrak bırakmamam şartıyla verdiğini de özellikle vurguladı. Ve söz verdiğim gibi, tüm işlerimi eksiksiz tamamladım, antrenmanlarımı da hiç aksatmadım.
Yine Zafer Cahit Tofta Bey’in Eğitim Daire Başkanlığı yaptığı dönemdi.
Tarım Bakanlığı Basın Müşavirliğinden, Bakan Bey’in Atatürk Orman Çiftliği'nde (AOÇ) basın toplantısı yapacağına dair bir faks haberi geldi. Şube müdürümüzün görevlendirmesiyle iki arkadaşımla birlikte toplantıya katılmak üzere AOÇ’ye gittik. Sayın Bakan, sunumunu tamamladıktan sonra basın mensuplarının sorularını cevaplandırmak istediğini belirtti. Bugün içeriğini tam hatırlamadığım bir soru sordum; Bakan Bey nazik bir şekilde cevapladı.
Toplantının sonunda basın mensuplarına öğle yemeği ikram edileceği söylendi. İki arkadaşımla, daireye yetişmek için acele etmemek adına yemekte kalmaya karar verdik. Yemek saatini beklerken, Bakan Bey’in basın mensuplarını çiftliğin bahçesinde “Off The Record” (kayıt dışı) sohbete davet ettiği haberi geldi. Büyük bir yuvarlak masada, Bakan Bey’in etrafında keyifli bir sohbet başladı.
Gazeteci arkadaşlardan biri, “Bakan Bey, aday listeleri açıklandıktan sonra seçim çalışmaları için ne kadar bir bütçe ayırmıştınız?” babında bir sordu. Bakan Bey’e cevabının ardından, konuyla bağlantılı olarak bir soru da ben sordum. Bakan Bey cevap vermeden önce birkaç saniye durakladı, ardından hangi gazetede çalıştığımı ve adımı sordu.
Daireye döndüğümüzde beni bekleyen sürprizden haberim yoktu. Müdür Bey beni çağırdı ve toplantıda Bakan Bey’e ne sorduğumu merak etti. Durumu harfiyen anlattım. Müdür Bey, Bakanlık Özel Kalem’den aradıklarını, bundan sonra Bakan Bey’in katıldığı toplantılarda beni görmek istemediklerini, hatta daha da ileri giderek kurum içi tayinimin yapılmasını talep ettiklerini söyledi.
Bunu öğrenen Daire Başkanımız Zafer Cahit Tofta, duruma hızla müdahale etti. Makamla görüştüğünü, tayinimin söz konusu olmayacağını, içimin rahat olmasını söyledi. O an anladım ki Tofta sadece iyi bir yönetici değil, aynı zamanda çalışanlarının arkasında duran, dik duruş sergileyen harbi bir liderdi.
Gazeteci soru sorandır. Gazetecilik; kurumsal, yerel ya da ulusal fark etmeksizin, gündeme ilişkin her konuyu sormak, irdelemek, açığa çıkarmak demektir. Yükü ağır, stresi çok, kalbi yoran bir meslektir gazetecilik. Ve gazetecilik, amirlerin ya da patronların “elindeki notta yazılı şu soruları sor, fazlasına karışma” diyebileceği bir meslek değildir.
İşte bu yüzden, Sayın Tofta’nın idarecilik kabiliyetini, yönetim anlayışındaki o vakur duruşunu, çalışanlarına gösterdiği nahifliği unutmam mümkün değil.
İşte bu yüzden, onunla birlikte çalıştığım yıllarda, kendine duyduğum güven ve saygının yüreğimde oluşturduğu o ılık iklim hâlâ etkisini sürdürüyor.
Emekliliğinin ardından hakkında konuşulanları dinlediğimde, herkesin dilinden aynı cümle dökülüyor: “İyi ki tanımışız, bıraktığı güzel hatıralarla anılacak, iyi bir insandı.” Bunu söyleyenlerin gözleri, bu samimi sözlerini fazlasıyla teyit ediyordu.
Zafer Cahit TOFTA ve Zuhal TOFTA Nikah Merasiminden - (Soldan Sağa) İrfan TÜMER, Zuhal TOFTA, Zafer Cahit TOFTA, Başbuğ Alparslan TÜRKEŞ
Sayın Tofta ile ilgili düşüncelerimde bugün de aynı yerdeyim…
Servet, yalnızca insanın sahip olduğu nakit para, bankadaki mevduatlar, hisse senetleri, tahviller gibi finansal araçlar ya da ev, arsa, daire, bina gibi gayrimenkuller; altın, mücevher, sanat eserleri veya lüks araç gibi maddi değeri yüksek menkullerin toplamı değildir…
Servet, aynı zamanda, insanın ekonomik gücünü ve hayat standartlarını belirleyen, ona hem kişisel hem de toplumsal açıdan büyük anlam katan unsurlardır. Eğitim düzeyi, bilgi birikimi, mesleki ve hayat tecrübeleri, yetenek ve becerileri, iş ve sosyal çevresidir. Ve en önemlisi de zor zamanlarında yanında duran, başarılarını kalpten kutlayan, başarısızlıklarında içtenlikle üzülen, insana en büyük güven duygusunu veren ailesidir.
Evet, Zafer Cahit Tofta, iş hayatımızda sıra dışı idarecilik anlayışıyla, sergilediği duruşla, verdiği fotoğrafla, yarattığı sıcak atmosferle önüne “en” güzel sıfatların yakıştığı nadir, harbi, klas yöneticilerden biridir…
Demem o ki; Zafer Cahit Tofta, her insanın sahip olmak isteyeceği karşılığı maddi kazanç ve zenginlikle ölçülemeyecek ölçekte büyük olan emeklilik ikramiyesiyle, biriktirdiği güzel anılarla, dostlarının sevgi, saygı, muhabbet ve dualarıyla emekli oldu.
Dua mı?
Dua; ardınızda bıraktığınız güzel hatıralara, kalplerde bıraktığınız izlere, yaptığınız iyiliklere, yaşattığınız güzel duygulara, dostlarınızın size bir vefa borcu, bir teşekkürü, sevgi ve minnetle gönderdikleri manevi bir hediye ve temennidir.
Paranın gücünden çok, duanın gücüne de inanıyorsanız sorun yok…
Gerçekten de öyle değil mi?