MÖ 5. yüzyılın ilk yarısında, Antik Yunan’ın kalbi sayılan Atina’da bir kız çocuğu doğdu: Timarete. O doğduğunda, yeryüzü fırçaya sadece erkek ellerinin yakıştığını fısıldıyordu. Ama kader, onunla birlikte bu ezberi bozmaya hazırlanıyordu. Timarete, yalnızca bir sanatçının değil, bir çağın suskun kadınlarının da simgesi olacaktı. Tarih onun doğumunu kaydetmedi belki ama doğduğu o gün, kadının da sanatla konuşabileceği bir çağ başlamıştı.
Timarete’nin babası, ünlü ressam Mikon (veya Micon), Antik Yunan sanatında adını altın harflerle yazdırmış bir figürdü. Atina Akropolisi’ndeki freskleriyle tanınan Mikon, hem ressam hem heykeltıraştı. Onun atölyesi, sanatın kokusunun ekmek gibi havaya karıştığı bir mekândı. Timarete de bu ortamda yetişti. Babası ona yalnızca sanatı değil, sanatla ayakta durmayı öğretti. Mikon’un gölgesinde değil, ışığında büyüdü.
Timarete’nin aşk hayatı üzerine tarih sessizdir. Bu suskunluk, onun aşkı fırçasına adadığının bir işareti olabilir. Belki kalbini kimseye değil, sadece Artemis’e bağımsızlığın ve avcılığın tanrıçasına— sundu. Çünkü o, bir tanrıçayı resmeden ilk kadın sanatçılardan biriydi. Bir kadının başka bir kadını hem de tanrısal bir figürü sanata taşıması, o dönemde devrim niteliğindeydi. Belki aşk onun için tuvale sığan bir özgürlüktü; insan tenine değil, fikirlere dokunandı.
Timarete’nin en büyük onuru, tanrıça Artemis’in portresini resmettiği ve bu tablonun, Efes’teki Artemis Tapınağı’nda sergilendiği andı. Bu tapınak, Antik Dünyanın Yedi Harikası’ndan biriydi. Oraya bir eser sunmak, yalnızca bir sanatçının değil, bir dönemin onayını almak demekti. Üstelik bir kadın olarak bunu başarmıştı. O gün belki kimse alkışlamadı onu, ama tanrıçaların bakışıyla onurlandırılan bir kadın olarak, kalbinde sessiz bir zafer kutladı.
O dönemde sanat dünyası erkeklerin tekelindeydi. Kadınlar çoğunlukla eğitim alamaz, kamusal alanda görünemezdi. Timarete için en trajik olan, sanatının büyüklüğüne rağmen tarih sahnesinden silinmeye çalışılmasıydı. Kaynaklar onu yalnızca kısaca anar: Plinius the Elder, Naturalis Historia adlı eserinde adını geçirir ve Artemis tablosunu över. Ama geriye ne eser kaldı, ne portresi. En büyük trajedisi, belki de adını resmettiği tanrıçadan başka kimsenin tam olarak hatırlamamasıdır.
Tarih Timarete’nin yakın çevresi hakkında fazla bilgi sunmaz. Ancak ondan sonra gelen bazı kadın sanatçılarla birlikte anılması, onun yalnız olmadığını düşündürür. Iaia of Cyzicus, Aristarete, Irene gibi kadın ressamlar, onun yolundan yürüyen sessiz kahramanlardır. Onlarla aynı zincirin halkası, aynı direnişin sesi oldu. Bir fırça darbesiyle, kadınlar için yollar açtı.
Timarete’nin ne zaman ve nasıl öldüğü bilinmiyor. Ama büyük ihtimalle yaşamının sonunu da Atina’da geçirdi. Belki bir atölyede, fırçası elinde, bir tanrıçanın gözlerini işlerken gözlerini kapadı. Belki yorgun düşmüş elleriyle, renklerin içine usulca karıştı. Ne bir anıtı kaldı, ne bir mezar taşı… Ama o yok olurken bile, kadınların sanata tutunabileceği bir yer bıraktı ardında.
Bilinen bir hastalık ya da şiddetli bir olayla ölmedi. Ama onu yavaş yavaş öldüren şey, içinde yaşadığı çağın kadını dışlayan sessizliği olabilir. Onun ölüm sebebi tarih yazmadıysa da, yok sayılmış bir dehanın ağır yüküydü belki. Yalnızca sanatla nefes alan bir kadının, görünmezlikten duyduğu boğuntu…
Ben, onun adını ilk kez satır aralarına saklanmış halde gördüm. Timarete… Ne bir portresi kalmıştı, ne bir mezar taşı. Ama öyle sessiz bir isyandı ki onunki, yokluğu bile yankıydı.
Bir kadın, yalnızca resim yapmadı bu dünyada; bir tanrıçayı çizerken kendi gölgesini de görünür kıldı. Fırçası, dönemin erkek duvarlarına bir çatlak açtı. İşte bu yüzden Timarete, sadece tarihin değil; bizim de hikâyemiz.
Bazen düşünüyorum… Acaba Timarete, o son çizgisini atarken ne hissetti? Yorgun muydu? Umutlu muydu? Yoksa sadece özgür müydü? Belki de o resim, yalnızca Artemis’in değil, kendi içindeki tanrıçanın da yüzüydü.
Bugün biz kadınlar hâlâ o çatlağın içinden sızan ışıkla yürüyorsak… bu, onun sessiz çığlığı sayesindedir.
Belki kimse ona “sen başardın” demedi, ama ben buradan fısıldıyorum:
“Timarete, sen tarihin unuttuğunu biz hatırladık. Sen sustun… ama biz senin için yazıyoruz.”
Sanat ölümsüzdür …
Sanatçılarda ..
Bu yazı; kaynak gösterilmeksizin, izinsiz olarak kopyalanamaz, çoğaltılamaz, alıntılanamaz ya da başka bir mecrada yayımlanamaz.
Telif 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında korunmaktadır.