Bir insan, kendisini esir alanı ne zaman sevmeye başlar?
Davranış bilimciler buna Stockholm Sendromu diyor. Kısaca “Beni dövüyor ama seviyor da” hâli…
Sendrom ilk kez 1973’te Stockholm’de bir banka soygununda ortaya çıkmış. Rehineler, kurtarılınca polise değil soyguncuya sarılmış. Rehin alınanlar, polis gelince “Aman dikkat edin, adam çok iyi biri” demiş. Polis şaşkın. Psikologlar heyecanlı. Rehineler mutlu.
Davranış bilimlerine göre; insan, uzun süre zarar gördüğü kaynağa karşı bir noktadan sonra duygusal bağ geliştirebilir. Yani seni üzen, inciten, hırpalayan kim varsa, bir gün bakarsın onunla empati kurmaya başlamışsın. Mesela Ahmet Bey’in patronu her ay maaşını geç yatırır. Mesaiye kal der, teşekkür etmez. Ama Ahmet Bey yine de patronunu savunur: “Abi adamın yükü ağır” Ayşe Hanım yıllardır sürekli eleştirilen, emeği görünmeyen bir çalışan. Bir gün müdürü onu azarlamıyor diye sevinçten gözleri doluyor: “Bugün bana bağırmadı. Demek ki seviyor.” İşte Stockholm Sendromu tam olarak burada devreye giriyor: Dayak yemediğin gün, ödül sayılıyor.
Davranış bilimleri diyor ki: İnsan, uzun süre kontrol edemediği acıyı meşrulaştırır. Aksi halde akıl sağlığını kaybeder. Yani bu bir aptallık değil. Bir hayatta kalma refleksi. Bizi üzenleri bizden biri ilan ediyoruz. Çünkü beyin şöyle çalışıyor: “Bu kadar zaman katlandıysam, bir anlamı olmalı.”
İnsan, çaresiz kaldığında gerçeği inkâr eder. Kendine zarar vereni savunur. Çünkü gerçeği kabul etmek zordur. Yanılmışım demek, tokattan daha çok acıtır. O yüzden sever gibi yaparız. O yüzden alkışlarız. O yüzden susarız. Çünkü insan alışkanlıklarını sever.
Stockholm Sendromu’nun temelinde üç şey vardır:
1. Tehdit
2. Kaçış umudunun azalması
3. Zulümden gelen küçük iyiliğin büyük sanılması
Size bağırmayan patron: iyi patron. Sizi dövmeyen sistem: adil sistem. Sizi tamamen yok etmeyen düzen: şefkatli düzen. Eşi “Bugün vurmadı” diye sevinen kadın gibi…Bizim umut yorgunluğu olarak adlandırdığımız bu durama psikologlar öğrenilmiş çaresizlik demektedir.
Kasabada bir saat kulesi vardır. Saat hep yanlıştır. Ama kimse düzeltmez. Çünkü herkes randevusunu ona göre ayarlamıştır. Saat doğru olursa geç kalacaklarını sanırlar. İşte Stockholm Sendromu budur: Yanlışa uyum sağlayıp, doğruya düşman olmak. İnsan kendisini inciteni savunur. Çünkü acıyı kabul etmek, suçu kabul etmekten kolaydır… İnsan en çok kendini ikna eder ve kendine tutsaktır.
Eskiden gardiyan anahtarı saklardı. Şimdi esir cebinde taşıyor. Gerekirse kendi kapısını kilitliyor.
Biz âşık değiliz, biz alışkınız.
Ve alışkanlık; en sadık gardiyandır.
Alışkanlıklarımız bütünün hayrına olsun. Muhabbetle…
Rıza CEYLAN
Eğitimci / Şair -Yazar / Davranış Bilimci
NLP Master Practitioner