Son aylarda İsrail’de ve Siyonist çevrelerde “8. CEPHE” kavramı gündemde.
İsrail ve Siyonist çevreler, ellerinde bulundurdukları güçlü küresel propaganda aygıtlarına, hükümetler üzerindeki nüfuzlarına rağmen Filistin halkına yaptıkları katliamı perdelemeyi, işgal ve soykırımı meşrulaştırmayı başaramadılar. Bütün engelleme çabalarına rağmen Filistinlilerin bağımsızlık mücadelesini dünyanın birinci gündemi olmaktan düşüremediler. 260 civarında gazetecinin öldürülmesine rağmen sızan İsrail ordusunun gerçekleştirdiği soykırım görüntüleri insanlık vicdanını harekete geçirmeye yetti. Meydanlar, üniversite kampüsleri, sosyal medya başta olmak üzere her alanda küresel intifadaya dönüşen tepkiler devletleri İsrail karşıtı pozisyon almaya mecbur etti. En son 16 Aralık’ta BM Genel Kurul’unda yapılan oylamada 194 üyenin 164’ü “Filistin halkının kendi kaderini tayin etme hakkı” başlıklı tasarıyı kabul etti. Red oyu veren 8 devletten ikisi ABD ve İsrail idi. Diğer altısı esamesi okunmayan devletlerdi.
7 Ekim’den bu yana katliam ve soykırıma fütursuzca devam eden İsrail, medya ağı üzerindeki kontrol ve sansür gücüne rağmen aleyhine dönen havayı dağıtmayı başaramadı. Dünyadan hızla izole olduğu, Filistinlilere karşı küresel bir sempati oluşurken Yahudilerin dünyada nefret objeleri haline geldiği görüldü.
İsrail’in gerçekleri ters yüz etme, manipüle etme yeteneğine rağmen sırtını dayadığı ABD’de bile hem kamuoyunun sempatisini hem de Kongre desteğini hızla kaybettiği ortaya çıktı. ABD’nin 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde (İsrail ve Yahudi lobileri kastedilerek) yabancı güçlerin veya yapıların ABD politikalarını yönlendirmesine, ülkeyi yabancı çatışmalara sürüklemeyi amaçlayan lobi ve etki operasyonlarına, ülke içinde yabancı çıkarlara sadık oy blokları oluşturulmasına izin verilmeyeceği açıklandı.
Netanyahu hükümeti ve Siyonist ittifakı şaşkınlık içinde…
8. CEPHE NEREDEN ÇIKTI?
Önceden de konuşulmakla birlikte 8.Cephe kavramı Başbakan Binyamin Netanyahu tarafından Ekim ayında ABD'li Newsmax isimli medya ağının Kudüs'te düzenlediği toplantıda dile getirdiği “İran ve onun vekillerine karşı yedi cephe var, sekizincisi ise hakikat savaşı” sözleriyle gündemde yer almaya başladı. Netanyahu’nun savaştığını söylediği 7 cephe; Gazze, Lübnan (Hizbullah), Yemen (Husiler), Irak (İran destekli milisler), Suriye/Türkiye, Batı Şeria ve İran olarak sıralanıyor.
Netanyahu’nun hakikat savaşı dediği ve 8.Cephe olarak adlandırdığı şey, aslında “hakikati örtme” savaşıydı. 8.Cephenin savaş alanı küresel algıyı yönlendiren sosyal medya ve yapay zeka programlarıydı. “Haspara” olarak adlandırılan propaganda kampanyası kapsamında ChatGPT, Grok ve Gemini gibi yapay zeka modelleri kullanarak İsrail yanlısı içerikler ve Hamas karşıtı mesajlar üretildi, bu içerikler Facebook, TikTok, X, Instagram, YouTube ve podcast'ler aracılığıyla yayıldı. İsrail’in savaş suçlarına ait belge ve görüntüler dijital platformlardan hızla silindi, İsrail’i eleştiren mesajların pek çoğu yapay zeka marifetiyle engellendi. 8.Cephe faaliyeti için tonlarca para harcandı.
Ancak, gelinen noktada Haspara kampanyasıyla hakikati örtme çabaları istenen sonucu elde edemedi. Siyonistlerin işgal ve soykırımı meşrulaştırmak için kullandıkları Tevrat, Talmud gibi dini metinler, hahamların vaazları diğer inanç mensuplarını İsrail karşıtlığından Yahudilik karşıtlığına sevk etti. Tarihi ihtilaf ve gerilimler günümüze taşındı.
Bu başarısızlık karşısında İsrailli analistler bütün dünyayı İsrail’in karşısına diken –Filistinlilerin etki gücünün çok ötesinde- başka bir yapıyla karşı karşıya olduklarını düşünmeye başladılar.
KİTLESEL PROTESTOLARI HAREKETE GEÇİREN, KAMUOYUNU İSRAİL ALEYHİNE HAREKET ETTİREN KÜRESEL “MAKİNE”
Siyonist cephenin onlarca yıllık çabayla inşa ettiği küresel propaganda, etki ve nüfuz gücünün başarısızlığı ve her türlü hamleye rağmen İsrail ve Yahudi aleyhtarlığının yükselmesi, Siyonist analistleri nasıl bir düşmanla karşı karşıya olduklarını araştırmaya sevk etti. Klasik propaganda ve algı yönetiminin baş edemediği, etkisini kıramadığı bu güç hakkında görüşler ortaya atıldı.
Bunlardan önemli olanlarından birisi, Sekizinci Cephe fikrinin teorisyenlerinden istihbaratçı Marco Moreno ve Sagiv Asulin’in kaleme aldıkları “Sekizinci Cephe: İsrail'in Henüz İlan Etmediği Savaş”[[i]] başlıklı analizdi. Bu yazıda, savaşın kaybedilmesinin doğru düşman tanımının yapılamamasından kaynaklandığı iddia edilerek İsrail ve Siyonizmle savaşan düşmanın teşhisi yapılmaya çalışıldı.
Analizde İsrail'e karşı çalışan “zehir makinesi” olarak tarif edilen anti-Siyonist küresel yapı aşağıdaki gibi anlatıldı.
“Bu, on yıldan uzun süredir uluslararası arenada aktif olan, küresel, iyi finanse edilmiş ve son derece yetenekli bir etki sistemidir. Kitlesel protestoları harekete geçiren, İsrail'e karşı nefreti körükleyen, üniversite kampüslerinde Yahudi karşıtlığı dalgalarını ateşleyen ve liberal Batı demokrasilerinde kamuoyunu şekillendiren bir makinedir.
İsrail'i, İsrailli birini hiç tanımamış bir nesil için kötülüğün sembolü haline getiren makine işte bu. Temsilcilerinden biri olan Zohran Mamdani'nin New York Belediye Başkanlığına yükselmesine yardımcı olan da yine bu makineydi. Ve bu hafta Sidney'deki Hanuka kutlamasında gerçekleşen vahşi terör saldırısının arkasında da aynı makine vardı.
Bu, yerel bir siyasi veya sosyal olgu değil. Milyarlarca dolarla finanse edilen, dikkatlice kurgulanmış ve Batı bilincinin her alanında faaliyet gösteren emperyalist bir etki sistemidir. Eğitim, kültür, akademi, hukuk, medya, siyaset ve sosyal ağlar. İsrail, Amerika Birleşik Devletleri ve Batı dünyasının askeri olarak yenilemeyeceği anlayışına dayanmaktadır. Bu nedenle, onlarla aldatma, yıkıcı faaliyetler ve uzun vadeli sabır yoluyla mücadele ediliyor.
Bu mekanizmanın bir gecede ortaya çıkmadığını anlamak çok önemlidir. Yıllar boyunca sessizce, gözlerden uzak bir şekilde, Doha, Tahran ve Moskova'da inşa edildi. Seçkin üniversite kampüslerinde şekillendi, düşünce kuruluşları tarafından meşrulaştırıldı ve kendilerini adalet hareketleri olarak sunan sosyal koalisyonlar aracılığıyla genişletildi.
Bu, Batı'nın zaaflarını ortaya koyan kıtalararası bir kampanyaydı. Sömürgecilikten kaynaklanan suçluluk duygusu, nesiller arası farklılıklar, kurumlara duyulan güvensizlik ve İsrail'e karşı düşmanlık. Bu kampanya, bu çatlakları istismar ederek onları silahlara dönüştürdü.
On yılı aşkın bir süredir bu mekanizma, öğrenci örgütlerine para aktardı, aktivist altyapılar kurdu, genç etkileyicilerden oluşan ağlar oluşturdu, insan hakları söyleminin kontrolünü ele geçirdi ve bunu açıkça İsrail karşıtı ve Batı karşıtı gündemlerle birleştirdi.
Sonuçlar her yerde görülebiliyor. Haritada İsrail'i bulamayan ama bunun bir apartheid devleti olduğuna ikna olmuş öğrenciler. Kimliklerini gizlemek zorunda kalan Yahudi toplulukları. Kamuoyu baskısına boyun eğen Batılı politikacılar. Aşırılıkçı rejimlerin piyade askerleri olduklarının farkında olmayan sokaklardaki kitleler.”
Küresel bir makine gibi hareket ettiğini söyledikleri anti-Siyonist cepheyi faaliyetlerinden teşhis etmeye çalışan analistler, İsrail’in bildik propaganda kampanyası Hasbara’nın başarısızlığını doğru bir tehdit tanımlaması yapılmamasına bağlamaktadır.
“Bu da bizi asıl soruya getiriyor: İran'ın nükleer altyapısını yok edebilen, çağrı cihazı operasyonunu gerçekleştirebilen, Hasan Nasrallah'ı ortadan kaldırabilen, benzeri görülmemiş derin operasyonlar yürütebilen ve dünyanın en iyi istihbarat servislerinden bazılarını yönetebilen bir ülke, sosyal medyada ve üniversite kampüslerinde olup bitenler karşısında nasıl çaresiz kalabilir?
Cevap basit. Somut bir güvenlik tehdidi olarak tanımlanmayan şey, tehdit olarak ele alınmaz.
İsrail Savunma Kuvvetleri ilan edilmiş bir savaşı nasıl kazanacağını biliyor. Mossad, tanımlanmış hedefler verildiğinde sistemleri nasıl çökerteceğini biliyor. Shin Bet, resmi olarak tanınan tehditleri etkisiz hale getiriyor. Ancak İsrail hiçbir zaman sekizinci cepheyi tanımlamadı.
Tehdidin tanımı olmadığı yerde terk edilme söz konusudur.
İsrail'e karşı işleyen mekanizmanın düşmanca bir söylem veya halkla ilişkiler sorunu değil, stratejik bir savaş alanı olduğunu anladığımızda, ilk adım bir savaş düzeni belirlemektir. Bu, 11 Eylül, Katar ve İran'ın etki operasyonları, 7 Ekim ve sosyal medyada, Avrupa sokaklarında, ABD üniversite kampüslerinde, Mamdani'nin yükselişinde ve Diaspora Yahudiliğine yönelik artan tehditte ortaya çıkan olaylar arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu kabul etmek ve bu bağlantıyı kavramakla başlar.
Bunlar birbirinden bağımsız olaylar değil. Bunlar aynı cephenin parçaları.
Bir sonraki adım, ortamı doğru bir şekilde değerlendirmektir. Bu, kamu diplomasisi değil. Bu, marka oluşturma değil. Bu, antisemitizmle mücadele değil. Bu terimler, tehdidin boyutunu gizliyor.”
Analistler Marco Moreno ve Sagiv Asulin, bütün bir dünyayı etkilemeyi başaran bu mekanizma ile başa çıkmak için İsrail devletine Sekizinci Cephe adı verdikleri yeni bir yapılanma modeli sunuyorlar.
“Bu, hakikat üzerine bir mücadele. İsrail'in, diasporadaki Yahudi topluluklarının ve Batı dünyasının kendisinin hayatta kalması üzerine bir mücadele. İki kelimeyle özetlemek gerekirse, Sekizinci Cephe.
Bu anlayıştan gerekli açıklama ortaya çıkıyor. Sekizinci cephe, İsrail için stratejik, varoluşsal bir tehdittir. Bu tanım, yetkiyi, bütçeleri ve kapasiteleri harekete geçirir. Diğer cephelerde olduğu gibi, zaferle sonuçlanan bir istihbarat ve operasyonel değer zincirini etkinleştirir.
İlk operasyonel adım, Güvenlik Kabinesini toplamak ve bu cephenin resmen açıldığını ilan etmektir. Savaş alanı olarak tanımlandıktan sonra sistem harekete geçer. Bir sonraki adım, başbakanın emrinde bir koordinasyon organı olan Sekizinci Cephe Komutanlığı'nın kurulmasıdır; bu komutanlık, İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Mossad, Shin Bet ve daha geniş istihbarat camiası içindeki özel istihbarat ve operasyonel birimlerle birlikte çalışacaktır.
Bunun ardından Dışişleri Bakanlığı, Diaspora İşleri Bakanlığı, ulusal kurumlar ve antisemitizme karşı mevcut girişimlerin rolleri yeniden tanımlanmalı ve 8 Ekim'de ortaya çıkarılan temel başarısızlıklardan biri olan "hasbara" kavramından tamamen vazgeçilmelidir.
Sekizinci cephe diğerlerinden farklı olduğu için, İsrail sivil toplumunu, diasporadaki Yahudileri ve en önemlisi, geleceği bizimkinden bile daha büyük risk altında olan Yahudi olmayan toplulukları, özellikle de Evanjelik Hristiyanları ve Batı yanlısı değer gruplarını entegre etmelidir.
Bu aynı zamanda savaş alanının kendisini de derinlemesine anlamayı gerektirir. Sosyal medya, geleneksel medya, hukuk sistemleri, ekonomi, diplomasi ve siyaset. Odak noktası genç nesil ve her şeyden önce en önemli arena olan Amerika Birleşik Devletleri olmalıdır.
Son olarak, bunun uzun bir kampanya olduğunu anlamak gerekir. Kısa bir operasyon değil. Günlerle bitecek bir iş değil. Yıllar sürecek, sabır, azim ve uzun vadeli kapasite gerektiren bir mücadele.
İsrail, düzgün bir şekilde tanımladığı, komuta yapısı kurduğu, doktrinini oluşturduğu ve kararlılıkla savaştığı her cepheyi kazandı. Sekizinci cephe, henüz tanımlanmamış tek cephe olarak kaldı.
Artık bunu ilan etmenin ve gerçek ve tam bir zafere doğru ilerlemenin zamanı geldi.”
7 EKİM, KÜRESEL SONUÇLARI ÖNCEDEN HESAPLANMIŞ BİR SALDIRIYDI
Jewish Link Ekibi, Hamas’ın 7 Ekim Aksa Tufanı saldırısının bir terörist saldırının ötesinde küresel sonuçları önceden hesaplanmış ve sonuçları doğrulanmış stratejik bir hamle olduğunu öne çıkararak İsrail’in neyle karşı karşıya olduğuna dikkat çekiyor.
Jewish Link Ekibi, 9 Nisan 2025’te “Sekizinci Cephe” başlıklı bir analizde[[ii]] 7 Ekim Aksa Tufanı ve küresel etkisini şöyle anlatmaktadır:
“Hamas, 7 Ekim'de tek bir kurşun sıkılmadan önce bu durumu hesaba katmıştı. Korkunç katliamları sadece bir terör eylemi değildi; İsrail'den askeri bir karşılık tetiklemeyi amaçlayan, küresel medyada öfke yaratmak ve İsrail'in uluslararası desteğini zayıflatmak için manipüle edilebilecek hesaplı bir provokasyondu. İsrail'in askeri olarak karşılık verme süresinin uluslararası toplum tarafından bir zamanlayıcıyla ölçüleceğini doğru bir şekilde varsaydılar.
Bu hesaplama trajik bir şekilde etkili oldu. Dünyanın dört bir yanında milyonlarca insan onların propagandasına kandı; soykırım ve kıtlık iddialarını abarttılar, İsrailli kadınlara yönelik şiddet gibi vahşetleri görmezden geldiler ve kurbanı saldırgan olarak yeniden tanımladılar. En endişe verici olanı ise Hamas destekçilerinin Amerika Birleşik Devletleri'nde, özellikle genç nesiller arasında elde ettiği başarıdır. En büyük şoklar genellikle en az beklediğiniz yerlerden gelir.
Başkan Trump döneminde İsrail, Beyaz Saray'dan güçlü bir destek görüyor. Ancak tüm yönetimler gibi bunun da bir son kullanma tarihi var. Amerikan siyasetinin rüzgarları hızla değişiyor.”
SEKİZİNCİ CEPHE SAVAŞINDA YETERSİZ KALAN SİYONİSTLER YAHUDİ-HRİSTİYAN İTTİFAKI ÇAĞRISI YAPIYOR
Sagiv Asulin ve Dr. Dan Diker’in birlikte yazdığı ve JCFA’da 25 Kasım’da yayınlanan “700 Milyon Siyonist ve Özgür Dünya İçin Mücadele”[[iii]]başlıklı makalede, karşı karşıya bulundukları küresel anti-Siyonist yapıyla İsrail’in tek başına mücadele edemeyeceği gerçeğinden hareketle bir Yahudi-Hristiyan Siyonist ittifakına ihtiyaç duyulduğu anlatılıyor.
Analistler, “İran, Katar ve Rusya, son yirmi yılda yayılan Batı'daki nesiller arası boşluğu doldurdu. İslamcılar, özgür dünyayı fethetmenin yolunun güçle değil, stratejik etki için sistematik, uzun vadeli ve yoğun bir şekilde finanse edilen bir algı savaşıyla sağlanacağını anladılar.” iddiasında bulunuyor. Onlara göre bu siyasi savaş stratejisi, “ABD üniversitelerini finanse etmeyi, insan hakları örgütlerini kendi saflarına çekmeyi, tabandan sosyal hareketler kurmayı, sosyal ağlarda etkili kişileri işe almayı ve Batı ülkelerindeki yerlerini derinleştirmelerine ve genç nesli kendi taraflarına çekmelerine olanak tanıyan ek maliyetli araçlar kullanmayı içeriyor. Yavaş yavaş ve yüzeyin altında başlayan şey, özellikle son iki yılda kendini gösterdi ve çarpık iddiasıyla birçok kişiyi şaşkına çevirdi: Bu algı ve etki savaşında, ezberledikleri gibi, Siyonizm Batı'nın asıl günahı olarak işaretlendi.”
Analistler, genç nesiller arasında İsrail’e olan desteğin keskin bir düşüşe geçtiğini, Batı ülkelerinin kendi çocuklarını "kaybetmeye" başladığını vurgulayarak anti-Siyonist cephenin güçlenmesini Batının suçluluk duygusuna ve kimlik krizine fatura ettiler: “Bu ezici güçler karşısında, Batı ülkeleri felç edici bir çaresizlik sergilediler. Bu, yıllarca süren aşırı özür dileyen, kendini yok eden ve kolektif suçluluk duygusuyla hareket eden Batı kültürünün bir sonucudur.”
İslamcı, Batı karşıtı eksenle mücadele etmek için Yahudi-Hristiyan Siyonist ittifakına ihtiyaç olduğunu, bu savaşta Batı'nın zafere ulaşmasının tek yolunun, kendisine karşı kullanılan araçların aynısını kullanmak olduğunu öne sürdüler.
SONUÇ
Yukarıdaki analizlerde, "makina/mekanizma/küresel etki gücü" olarak tarif edilen anti-Siyonist küresel yapıya karşı İsrail’in oluşturmaya çalıştığı Sekizinci Cephe’nin düşmanı Doha-Tahran-Moskova olarak tanımlanmaktadır. Ancak bu üç merkezin İsrail'in propaganda faaliyetlerini boşa çıkaran ve bütün bir dünyanın İsrail ve Siyonizm’e bakışını dönüştüren güç merkezleri olması çok doğru görünmüyor. Zira, Rusya 3 yıldan fazla süredir Ukrayna ve ABD dâhil bütün Avrupa ile topyekün savaş halindedir, buna ilaveten İsrail ve Siyonizm’e cephe açacak hali bulunmamaktadır. İran ise, Hamas-İsrail savaşından uzak durmaya çalışmasına rağmen hem kendisi ağır saldırıya uğramış hem de onlarca yılda inşa ettiği Direniş Ekseni İsrail-ABD saldırılarında çökmüştür, üstelik uluslararası kurumlar(BM, UCM gibi), kuruluşlar, örgütler ve STK’lar nezdinde kampanya yürütecek bir sempatiye sahip bulunmadığı bilinmektedir. 3 milyonluk Katar’a gelince, bu faaliyetleri yürütmek için yeterli etki gücü bulunmamaktadır.
22 Aralık’ta, emekli Tümgeneral ve İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi'nin eski başkanı Gıora Eıland The Jerusalem Post’ta yayınlanan “Sekizinci ve en tehlikeli cephe: Türkiye müttefikten stratejik tehdide nasıl dönüştü” başlıklı yazısında, “7 Ekim 2023'ten bu yana İsrail'in siyasi ve askeri liderliği, yedi farklı alandan tehdit aldıklarını iddia ediyor. Görünüşe göre, yavaş yavaş ama istikrarlı bir şekilde, sekizinci bir tehdit cephesi oluşuyor ve bu cephe birçok açıdan diğerlerinden daha tehlikeli. Bu, Türk cephesi. Yaklaşık 23 yıl öncesine kadar İsrail'in en büyük dostlarından biri olan Türkiye, Erdoğan iktidara geldiğinden beri gerçek bir düşman haline geldi.” [[iv]]iddiasında bulundu. Türkiye’nin İsrail’in izolasyonunda ve ateşkese mecbur edilmesinde etkisi olduğu açıktır.
Sekizinci Cephe düşmanlarını, devletler üzerinden okumanın eksik olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, onlara göre varlığı tehdit altında olan sadece İsrail değil, küresel sisteme etki gücünü uzunca bir süredir elinde bulunduran Siyonizm’dir. ABD dâhil her yerde İsrail vatandaşı olmayan diaspora Yahudilerinin dışlandığı, Yahudi lobilerinin devletler üzerindeki kontrol gücünün kırılması yönünde küresel bir eğilimin ortaya çıktığı görülmektedir.
Bütün bu veriler, İsrail ve Siyonistlerin karşılaştığı gücün ulus devletlerin üstünde -kendilerinin de tespit ettiği gibi- makine düzeninde çalışan ve kıtalararası kampanya yürütebilen çok daha güçlü ve organize bir yapı olması gerektiği sonucuna götürmektedir.
Analistlerin bir kısmı, İsrail’in tek başına mücadeleyi başaramayacağı düşüncesiyle Sekizinci Cephe’nin bir Yahudi-Hristiyan ittifakı olarak inşa edilmesini teklif etmektedir, ancak böyle bir ittifakın gerçekleşme şansı bulunmamaktadır. Her ne kadar İsrail, ortak medeniyetlerini savunduğunu iddia etse de 400 yılı aşan sömürgeci geçmişinin utancı altında ezilen pek çok Avrupa devleti sömürdüğü/köleleştirdiği halklardan özür dileme, açılacak devasa tazminatları savuşturma derdindedir. Yine, "Holokost mağduriyeti" söyleminin de Avrupa da bir etkisi kalmadı. Hatta suçluluk duygusu taşıdıkları için Yahudilere karşı ezik durumda olan Batılı ülkeler, İsrail’in Filistinlilere karşı işledikleri soykırım suçları sebebiyle bu kompleksten kurtulup rahatladılar bile denilebilir.
Kendisini “Tanrının Seçtiği Tek Millet” olarak kabul eden İsrail ve Siyonistlere hâkim din anlayışı, kendisi dışında kalan tüm milletleri tek millet (Goyim) olarak sınıflandırmaktadır, diğer uluslarla kendisini eşit ve ortak görmez(Tesniye 7:6, 14:2, 26:18-19)[[v]]. Bunlar, sapık seçilmişlik inancından dolayı yaptıkları soykırımın herkes tarafından meşru olduğunun kabul edilmesini beklerler. Gazze soykırımı vesilesiyle, bütün diğer milletler gibi Hristiyan halklar da Yahudi zihnindeki karşılıklarının ne olduğunu fark etmiştir. Bu da tabi olarak karşısında anti-Siyonist düşman bir blokun ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Pek çok Batı ülkesinde, hükumetlerinin İsrail ve Siyonizm güdümünde olduğuna dair algının vatandaşlar arasında yaygınlaşması, hem işbirlikçi yönetimleri zayıflatmıştır hem de İsrail/Yahudi nefretini beslemektedir. Öte yandan, ABD ve diğer Batılı ülkelerde 8.Cephe faaliyeti olarak "antisemitizmle mücadele” adı altında uygulamaya sokulan sosyal medya sansürü politikaları genç nesillerde ifade özgürlüğüne müdahale ve gerçeği gizleme faaliyeti olarak tepki çekti. Bu kampanyalar umulanın tersine İsrail’e olan nefreti daha da artırmakta ve her olumsuz olayda bir Yahudi parmağı arama eğilimini teşvik etmektedir.
İsrail ve Siyonist ittifak, her sahada karşısına çıkan, gücünü hissettiği ancak tam olarak teşhis edemediği "makina/mekanizma/küresel etki gücü" olarak tanımladığı küresel düşmanına karşı yeni stratejiler geliştirmek ve müttefikler bulmak için çabalaya dursun zalimlerin hakikat karşısında kazanma ve hakikat savunucularını yenme şansı olmayacağına tarih şahittir.
Dipnotlar
[i] The eighth front: the war Israel has yet to declare
https://www.ynetnews.com/opinions-analysis/article/r1jdqt6fbl
[ii] The Eighth Front, https://jewishlink.news/the-eighth-front/
[iii] 700 Million Zionists and the Battle for the Free World
https://jcfa.org/700-million-zionists-and-the-battle-for-the-free-world/
[iv] The eighth, most dangerous front: How Turkey went from ally to strategic threat
https://www.jpost.com/opinion/article-880969
[v] "Çünkü sen, Tanrın RAB için kutsal bir halksın. Tanrın RAB, yeryüzündeki bütün halklar arasından sizi kendine özel halk olarak seçti." [Tesniye 7:6 ve 14:2]
"Bugün RAB'bin sana dediği gibi onun özel halkı olacağını, onun buyruklarını yerine getireceğini RAB sana açıkladı. O, seni kendisi için övülmüş, şanlı ve yüce bir halk yapacak, vaat ettiği gibi Tanrın RAB'bin kutsal halkı olacaksınız." [Tesniye) 26:18-19]