Hayrettin ÇAKMAK

Tarih: 16.12.2025 09:37

Padişahı Âlempenah Efendimiz

Facebook Twitter Linked-in

Türkiye Cumhuriyeti, Devlet-i Aliye’nin (Osmanlı) devamıdır. Osmanlı’da hanedanlık sistemi vardı. Hanedanlık: Hükümdarlığın veraset yoluyla ailenin bir üyesinden diğer üyesine geçtiği sistemdir. Cumhuriyet ise: Halkın seçtiği temsilciler aracılığıyla yönetilen bir devlet yönetim sistemidir.

Tarih arşivcisi gazeteci Murat Bardakçı, Cumhuriyet’in ilanı ile ilgili konuyu TBMM arşivinden aldığı bir belge ile şöyle açıklar: Saltanat kaldırılmış 1 Kasım 1922 ‘de.

Tam ismi konmamış bir hükümet var. Büyük Millet Meclisi hükümeti. 1921 Anayasasında birinci maddeye tek bir cümle ilavesi yapılmış. Türkiya (Türkiye) devletinin şekli hükümeti cumhuriyettir. Burada enteresan olan şey: Yeni devlet kurulmuyor, bir devlet mevcut. O tarihten itibaren devamlılık kabul edilmiş. Sadece devam eden bir devletin idare (yönetim) şekli belirlenmiş. Devam eden devlet Osmanlı’dır. Hükümet savaş şartlarında Ankara’da kurulmuş olan Meclis hükümetiydi. 

Ankara’da meclis açıldığında Atatürk yaptığı açılış konuşmasının son bölümünde: Padişah Vahdettin’e dua etmiştir. Kısaca Ankara hükümeti İstanbul işgal edilince işgalcilerin dağıttıkları meclis yerine kurulan direniş hükümetidir. İşte o Meclisin açılışında Atatürk’ün dua ile bitirdiği son bölüm: İnşallah Padişahı Âlempenah (Herkesin sığınağı padişahımız) Efendimiz Hazretlerinin sıhhat ve afiyetle ve her türlü kuyudatı ecnebiyeden âzâde olarak (özgür ve bağımsız olarak) tahtı hümâyunlarında dâim kalmasını (padişahlık makamında devamlı kalmasını) eltâfı ilâhiyeden tazarrû eylerim. (Allah’a yalvarır niyaz ederim, Allah’tan dilerim)

Görüldüğü gibi 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara’da açılan meclis, Osmanlı devleti hakimiyetinde açılmıştır. İstanbul’da padişah vardır. Atatürk padişaha dua ile konuşmasını tamamlamaktadır.

1921 Anayasasında başkent yazmaz, başkent yoktur. Ankara Cumhuriyetin ilanından 16 gün önce 13 Ekim 1923 tarihinde başkent olmuştur. 

Lozan antlaşmasını da Mecliste 24 Temmuz 1923 tarihinde onayladık. Türkiye Osmanlı döneminden kalan borçları da 25 Mayıs 1954 tarihine kadar taksitler hainde ödemiştir. Buraya kadar anlatmak istediğimiz şudur. Türkiye Cumhuriyeti devlet olarak gökten zembille inmedi. Osmanlı dönemi yetişen asker ve diğer bürokratlar eliyle savaş sonucu parçalanan imparatorluğun kurtarılan bölümüdür. Hanedanlık yerine de Cumhuriyet rejimi benimsenmiştir.

Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı “Osmanlı imparatorluğu çökmemiştir”

Bir rejim olarak (İmparatorluk, monarşi, mutlakıyet, meşrutiyet) kendini feshetti.

Milletin içinden çıkan umumi bir meclis monarşiyi (Padişahlığı) lağvetti.Son padişah da bu feshi kabul etti. Padişah hadise çıkarmadan kendisine sadık olabilecek kuvvetlerle direnecekken, direnebilecekken direnmedi, çok açık bir şekilde ifade etti “kan çıkmasın, kavga çıkmasın” dedi ve atladı gitti, Gitti ama orada parasız, sıkıntı içinde neredeyse sefalet derecesinde yaşadı ve öldü”

Bizim kuşak olsun, bizden önceki ve sonraki kuşaklara son padişah Vahdettin hain olarak tanıtıldı okutuldu. Ta ki; 2005 yılında Bülent Ecevit çıkıp cesurca “Vahdettin hain değildi” dedi ve çok önemli bir resmi tarih tabusuna yıkıverdi. Vahdettin için hain demek CHP tarafından tek parti döneminde başlamış ve devam etmiştir. Buna rağmen Ecevit bu resmi tarih iftirasını yalanlamıştır. 

Vahdettin Sevr’i imzalamamış direnmiştir. Zorlarlarsa çekilirim restini çekmiştir. İtilaf devletlerinin işgali altındaki İstanbul’da bu direnişi göstermek ucuz bir iş değildir.

(Sevr’in yürürlüğe girmesi için önce meclisten geçmesi sonrasında da Padişah tarafından imza edilmesi gerekiyordu. Bu konuda direndi ve Sevr yürürlüğe girmedi) 

Bazı tarihler çok ama çok önemlidir.

Vahdettin; 3 Temmuz 1918’de tahta çıkmış, 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmış ve 17 Kasım 1922’de yurdu terk etmiştir. Aslında sürgüne mecbur edilmiştir. Ülkeyi terk ettiğinde saltanat kaldırılmıştı ve padişah değildi.

8 Ekim 1918‘de 1.Cihan harbinin kaybedileceği anlaşılmış, Osmanlı’yı batıran İttihat ve Terakki Hükümeti istifa etmişti. Yeni kabine, Mondros Mütarekesi’ni (Kısaca devletin teslim belgesini)30 Ekim 1918′de imzalamıştır.

Önemli bir bilgi: 5 Ocak 1918’de İngiltere başbakanı; üç gün sonra 8 Ocak 1918’de, ABD Başkanı Wilson, Savaşın resmi bitiş tarihinden yaklaşık 11 ay önce Osmanlı’nın nasıl tasfiye edileceğini geriye ne bırakılacağını çok açık olarak ifade etmişlerdir. Buradan şu sonuç çıkıyor. Osmanlı İmparatorluğunun tasfiye belgesi niteliğinde olan Lozan’a kadar yapılanlar alt yapı hafriyatı/çevre düzenlemesidir.

Biraz daha açarsak; İktidardaki İttihatçılar savaşı kaybetmiş lider kadrosu kaçmıştır. Geride, yenilmiş dağıtılmış bir ordu ve harabeye enkaza dönmüş bir ülke vardır. Kısaca, Vahdettin tahta çıkmadan 6 ay evvel herşey bitmişti.

Sıkı durun kabilinden bir bilgi: Yukarıda Mondros mütarekesi için devletin teslim belgesi dedik. Mondros antlaşmasını Osmanlı devleti adına (nerede ise tek başına)imzalayan Rauf Orbay, 12 Temmuz 1922’den 4 Ağustos 1923 tarihine kadar Ankara hükümetinde başbakandır. (Rauf Orbay’da hain diyen oldu mu?)

Gazeteci Fikret Bila:

Ecevit’in, “Vahdettin hain değildi” sözleriyle başlayan tartışma sürüyor. Demirel, “Türkiye bu beyanı kaldıracak durumda değil Atatürk karşıtlarını cesaretlendirecek” diyerek Ecevit’i eleştirdi. Ecevit: AmacınınAtatürk’ü küçültmek veya Vahdettin’i yüceltmek olmadığını, sadece 80 küsur yıl sonra, tarihin o kesiminin daha ayrıntılı incelenmesi gerektiğini, bunun Atatürk’ün büyüklüğüne gölge düşürmeyeceğini vurguladı.

Taha Akyol25 Temmuz 2005 tarihinde Milliyet gazetesindeki köşesinde Fikret Bila ile yapılan söyleşiyi ele alarak Ecevit ile Demirel tartışmasını yorumlamış.

Ecevit’in cevapları:Uzmanlar, tarihçiler ayrıntılı olarak incelesin. İncelenecek çok şey var, buna ihtiyaç olduğu da görüldü. Tartışma iyi bir şeydir…

Ama ona Atatürk ‘hain’ demiş?
– Politikada bazen böyle çok ağır sözler kullanılıyor. Benim üslubum değil, ben hayatımda kimseye hain demedim…

-Peki hain değil, aciz miydi?
– Aciz değil de dahi olsa ne yapabilirdi?  Ordu yok, politikacılar birbirine düşmüş. Belki Mustafa Kemal gibi bir dahi olsaydı… Ama o da İstanbul’da bir şey yapamayacağını gördü, Anadolu’ya geçti…

Demirel ise şöyle bakıyor:
“Türkiye bu tartışmayı kaldırmaz, ne faydası var? Atatürk yanlış mı söylemiş? Atatürk Vahdettin’e haksızlık mı yapmış yani? Yüz yıl daha Türkiye’nin referansı Atatürk’tür, belki yüz yılda adam oluruz.

Demirel’in 1980’lerde askere ve Özal’a karşı iktidar mücadelesi verirken yaptığı 

Konuşmalarını Nurcu Yeni Asya yayınları kitap olarak yayımladı.

O günün politik ortamında Demirel’in söylediklerinden birkaç cümle:

1920’lerde dinsizlik ilerlemenin şartı sayılmıştır… Neticede millet devlete küsmüştür. Çünkü 1920’ler sonrasının devleti, millet için değildir. O günlerde millet devlet içindir.” (Sf. 62)

“Laiklik o günkü tatbikatıyla dinsizlik olarak anlaşılmıştır. (Sf. 75)

“Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyet elden gidiyor şeklindeki beyanların tutarlığı yoktur.

Atatürk’ün kurduğu devlet laik devlet değildir. İslam devletidir. 1924 Anayasası’nda yazar bunu(Sf. 85)

“Atatürk’ün şoven milliyetçi olduğu kesin. Milliyetçiliği bir miktar şovendir. O da içinden geldiği muhitin bir gereğidir. (Sf. 143)

(Dikkatinizi çekmiş olmalı. Bu konuşmaları yazısına alan Taha Akyol, Demirel’e “dün başka bugün başka” misali dercesine sert bir omuz atıyor) 

Tarihçi Prof. Dr. Mete Tunçay: Ben öteden beri “Hain padişah Vahdettin” sözünün, o dönemin şartları içinde söylenmiş haksız bir şey olduğunu düşündüm…”

Tarihçi Yılmaz Öztuna: Sultan Vahdettin’in hain olmadığını ben 40 senedir yazıyorum 

Prof. Dr. M. Kemal öke: Vahdettin ne bazılarının iddia ettiği gibi ne hain ne de onlara karşıt olan kesimlerin iddia ettiği gibi, Atatürk’e Anadolu’ya geçip milli mücadeleyi başlatması inisiyatifini kullanan perde arkasındaki gizli kahramandır. Vahdettin, Mustafa Kemal’i Samsun’a gönderirken, Mustafa Kemal’in ne yapacağını gayet iyi biliyordu. Ve bu projeye de sadece onay vermekle kalmadı, para da verdiMustafa Kemal’in idam fermanını onaylaması ise tamamen İngiliz baskısının bir sonucudur.

Murat Bardakçı Vahdettin herşeyin bittiği bir anda, 4 Temmuz 1918’de tahta geçti,

üç ay sonra, 30 Ekim’de Mondros Mütarekesi imzalandı ve teslim olduk. Yani, dünya savaşının veyenilginin Vahdettin ile hiçbir alâkası yoktur, tek yapabildiği, iki tarafı birden idare edip zaman kazanma çabasıdır. B bu oyalama taktiği bizde ihanet olarak yorumlanıyor. Hatıralarında, ‘Facialara ve olaylara kalkan olamadım ise de paratoner vazifesi gördüm. Musibetleri üzerime çektim, kendimi feda ederek vatanı kurtarmaya çalıştım’ diyor. “

Tarihçi İlber Ortaylı: Vahdettin hain miydi?

Böyle bir soru tartışılmaz, tahta geçtiği zaman; İngilizler monarşiye saygı duyduğu için bugün top atmazlar diyor. Vahdettin İngiliz lisanını bilmez. Hainlik diye bir şey yok. Padişah olduğunda müttefikimiz Bulgaristan teslim olmuştu. Devlet tecrübesi hemen hemen yoktu. (Özetle şanssız bir padişahtı)

Tarihçi Prof. Dr. Ebubekir Sofuoğlu: Vahdettin Han hainmiş. Çünkü M Kemal için idam fetvası yayınlamış. Bu fetvanın İngiliz düzmecesi olduğunu 24 Nisan 1920 TBMM gizli celse zabıtlarında bizzat M Kemal'in ağzından okuyun.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —