İnsan, gerçekten ne zaman konuşmuş olur?
Dil kıpırdadığında mı, yoksa kalp titrediğinde mi?
Yunus Emre, “Deprenmeden dil dudak, sözü işiten gelsin” derken, aslında çok ince bir sırra dokunuyor. Sözün en değerlisi, dilin söylediği değil gönlün duyduğudur. Bazen bir kelime, ağızdan çıkmadan çok önce insanın içinde yankılanır. Bir bakışta anlaşılır, bir sessizlikte duyulur, bir nefeste hissedilir.
İşte bu yüzden Yunus’un çağrısı hâlâ diri, hâlâ taze, hâlâ bize dokunuyor:
“Dil oynatmadan anlayan gelsin… Sözün manasını kelimelerde değil, kalbinde hisseden gelsin.”
Bu çağrı bir eleme gibidir, kalabalıklar içinden gönlü uyanık olanlara bir davet…
⸻
Kâmî ise başka bir kapı açar:
“Tabiatım ne kelâm, ne etkileyici söz ne de sanatlı söyleyiş arar. O, harfsiz ve sözsüz konuşabileceği bir dost arar.”
Bu söz, insanın en derin ihtiyaçlarından birinin fotoğrafıdır: Anlaşılmak…
Hatta anlaşılmaktan da öte, anlatma gereği duymadan anlaşılmak.
Çünkü biz, aslında en çok susarken konuşuruz.
Söz kalabalıklaştıkça duygu azalır, dil çoğaldıkça mana yorulur.
Ama suskun bir dost…
İşte o, kelimesiz bir dünyanın anahtarıdır.
Bakışında huzur, sessizliğinde anlam vardır.
İnsanın derdini de sevincini de, açıklama zahmetine girmeden duyabilen bir yoldaşa ihtiyacı vardır. Boğazına düğüm olmuş kelimeleri çözen, kaşındaki en hafif çatıklığı bile okuyan, sesinin titremesindeki hikâyeyi duyan biri…
Böyle dostluklar azdır.
Çünkü kelimesiz konuşmanın dili, gönlün dilidir, herkes bilmez.
Kıymetli dostlar, bugün kalabalık bir dünyada yaşıyoruz. Herkes konuşuyor ama az kişi duyuyor. Herkes yazıyor ama az kişi hissediyor. Söz çok, anlam az. Ses çok, sükût yok.
Belki de bu yüzden Yunus’un çağrısı hâlâ kulağımızda çınlıyor:
“Sözü işiten gelsin.”
Mesele kelimeyi değil, niyeti duymak.
Cümleyi değil, gönlü anlamak.
Harfi değil, hikmeti görmek.
Belki de bugün bize en çok gereken, Kâmî’nin aradığı o dost:
Harfsiz ve sözsüz konuşabileceğimiz biri…
İçimize baktığında bizi tanıyan, suskunluğumuza değer veren, kalbimizin sesine sabırla kulak veren biri.
⸻
Ben bu satırları yazarken, sen okurken, belki ikimiz de aynı şeyi düşünüyoruzdur:
İnsan, insanla tamamlanır. Ama herkesle değil…
Gönlü açık olanla, kalbi uyanık olanla, suskunluğu anlayanla…
Bu yüzden gel, sözü çoğaltmayalım.
Biraz duralım.
Biraz dinleyelim.
Biraz susalım.
Ruhun sağırlaştığı, kulakların gürültüyle dolduğu bu çağda…
Gel, biz gönülden konuşalım.
Seninle, susarak bile anlaşabiliriz.
Çünkü bazen en güçlü cümle, hiç kurulmamış olandır.