Z kuşağı… Hani şu 1995 sonrası doğan, eline biberon yerine akıllı telefon tutuşturulmuş nesil.
Davranış bilimcilere göre; insanın davranışlarını anlamak için bulunduğu çevreyi anlamak lazım. Bizim çocukluğumuzun çevresi boş arsalar, misketler ve siyah beyaz televizyondu. Onlarınki ise cep telefonu, tablet sosyal medya ve “wifi çekmiyor” dramı.
Z kuşağı için, hayatta üç şey çok önemli: Wi-Fi, hızlı internet ve yüzde 100 batarya. Ama ilginçtir, şarjları hiç yüzde 100 olmaz. Z kuşağı neden?” diye sorma refleksiyle doğmuş ve davranış bilimcilerin “anlam arayışı” dediği şeyin peşinde. Bu arayış bazen neden ben bu kahveyi 200 liraya içiyorum? sorusuyla birlikte varoluşçuluk kahve zincirinde başlayabiliyor. Bir şey söylüyorsun, kanıtla diyorlar. Z kuşağıyla iletişim, klasik otoriteyi değil, daha çok açık kaynak kodlu bir yaklaşımı gerektiriyor. Şeffaf olacaksın, güncelleme yapacaksın ve gereksiz bildirim göndermeyeceksin. Z kuşağı otoriteye değil, katılımcılığa değer veriyor. Yani “çalış, sus, dinle şöyle yap” dediğinde, onlar gayet bilimsel bir merakla neden öyle yapayım ki? diye soruyor. Esasında bu sorgulama hali, öğrenme isteğinin bir yansıması. Ama, bizlere bazen saygısızlık gibi geliyor. Oysa tek istedikleri, düşünce süreçlerine saygı gösterilmesi.
Z kuşağını anlamak için, bakış açımızı değiştirmek, uzun nutuklardan vazgeçerek onları anlamaya çalışmak gerekiyor. Mesela biz çalış adam ol nasihatleriyle büyürken, Z kuşağı çalış ama keyif al, yoksa sistem çöker diyor. Onlara göre hayat bir ödev değil. Uzun lafı sevmiyor, özeti seviyorlar.
İnsan kontrol edemediği bir ortamda huzursuz olup, şeffaflıkla daha güvenli hisseder. İşte Z kuşağı da ilişkilerini ve iş yaşamını böyle görmek istiyor. Net, hızlı, güncellenebilir. Gereksiz bildirimlere kapalı. Z kuşağı benim seçimim diyebilmek istiyor.
Büyüklerin gözünde Z kuşağı tembel, sabırsız ve telefon bağımlısı. Gerçek şu ki; bizim kuşak kaseti kurşun kalemle sardı, onlar dünyayı baş parmağıyla kaydırıyor.
Kısacası, Z kuşağını anlamak aslında zor değil. Yeter ki onları eleştirmek yerine, dinlemeyi deneyelim. Unutmayalım ki, insan en çok duyulduğu yerde bağ kurar.
Duymanız ve anlayabilmeniz dileklerimle. Selametle…
Rıza CEYLAN
Eğitimci / Şair -Yazar / Davranış Bilimci
NLP Master Practitioner